Öğrencilere naçizane tavsiyeler
Gençlerimizin üniversiteye “kapak atma” imtihanlarındaki “ortalamaları” değerlendiren eğitim uzmanları, manzaranın tam mânâsıyla içler acısı olduğu noktasında hemfikirler.
Eskiden bizlere “Çalışmıyorlar efendim, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında!” denirdi ama bizim şimdiki gençlere lâf söyleyecek yüzümüz yok.
Zira…
“Yeni Mezun” öğretmenlerimizin bile kendi sınavlarında elde ettikleri neticeler ortada.
Raporlar; Matematik, Fizik, Kimya gibi alanlardan mezun ‘yeni’ öğretmenlerimizin branşlarıyla ilgili sorulardan “çaktıklarını” gösteriyor.
Fen Hocası olarak yetiştirilenlerin kendi alanlarındaki başarı ortalaması “yüzde 11.8”!..
Kimyacılar soruların ortalama yüzde 14.4’üne, Fizikçiler ise yüzde 16.25’ine doğru cevap verebilmişler.
“Yeni Mezun” öğretmenlerimizin üstelik kendi branşlarındaki ortalamaları bu durumdaysa, üniversiteyi “tutturma” sınavı ortalamalarından çıkan sonuçlardan dolayı çocuklarımıza yüklenmek mantıksız olur.
Fen ve matematikte öğrenciler soruların ortalama yedide birini doğru cevaplandırmışlar…
Sosyalde de durum aşağı yukarı bu, Türkçe ise kötünün iyisi.
Ortalamamız net bir şekilde “zayıf” ile sınıfta kalıyor.
Sonuçta üniversitelerin talebeleri bu havuzdan çıkacak.
Üniversite hocalarımızın önümüzdeki yıllarda da çok zorlanacakları bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Kaldı ki, akademisyen dünyasındaki ortalama kalitenin de gittikçe düştüğünü öne süren çok sayıda uzman var.
“Eğitim işleri iyice paraya dökülünce, unvanların ağırlığı azaldı, azalıyor!” denmekte.
Bu işler zor işler, bizi aşıyor, doğrusu “eğitim de eğitim” diye yazsak da sonuç değişmiyor…
Evet;
“Eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz noktaya ulaşamadık!” da…
Hangi noktayı arzu ettiğimizi bilebilmek için de eğitim ve kültür işlerini halletmek gerekiyor!..
Nasıl bir gençlik istiyoruz?..
Bunu bile “bilimsel kriterlerle” ortaya koyamadık daha!..
Neyse biz “hattımızdan” ayrılmadan devam edelim:
Aslında gönül arzu eder ki, eğitim alanında söz sahibi bazı ülkelerde olduğu gibi, çocuklarımız küçük yaşlardan itibaren kabiliyet ve başarı düzeylerine göre yönlendirilse...
“Herkes için ille de örgün eğitimden dört yıllık bir bölüm!” saçmalığına da bir son verilse…
Hani, katsayı haksızlığı ortadan kaldırıldığında meslek eğitimi “çağ atlayacak”tı?..
Katsayı haksızlığı yok artık.
Peki ne oldu?
Meslek liseleri ve meslek yüksek okulları niçin hâlâ “en zayıf halkadaki” öğrencilerin yöneldikleri yerler…
Anadolu’nun öyle yerlerinde öyle meslek yüksek okulları görüyoruz ki, yüksek okul demeye bin şahit ister!..
Her meslek lisesinin ve her meslek yüksek okulunun hazırlık sınıfı olsa, piyasa ile entegrasyona ağırlık verilse, öğrenciler oralardan donanımlı olarak çıksa…
Bazı devlet okullarında iddialı programlar var ve meslek yüksek okullarına yönelim az da olsa artıyor ama tablo piyasanın taleplerine karşılık vermekten çok uzak.
Piyasa cayır cayır “yetişmiş ara eleman” arıyor ve milyonlarca vatan evlâdı da cayır cayır iş arıyor…
Ne yaman çelişki!..
Geçen yazımızda “kişisel çözüm”lerden bahsetmiştik…
Evet, başka çaresi yok:
Her aile ve her çocuk, her genç, kendi yolunu kendisi çizecek cüzi iradeleri dâhilinde…
Şöyle geriye dönüp baktığımda…
Hele kendimi bugünün genci olarak hayal ettiğimde, aslında birçok kaçırılmış ve kaçırmakta olan imkânın varlığını net bir şekilde görüyorum.
Genç kardeşim, onu bunu boş ver:
Kendini keşfetmeye çalış!..
Her mesleğin çok iyileri, az iyileri, orta hallileri ve kötüleri vardır.
Onun için, “Amaaan, o bölümden ne olacak!” diyenlere hiç bakma, seviyorsan ilerle!..
Ama seviyorsan, gerçekten seviyorsan…
Burası çok önemli, insanın kendisini keşfedebilmesiyle ilgili.
“Sevdiğini zannetmek” de var işin içinde!..
İlle de “üniversiteli” olmak mecburiyetinde değilsin, dört yıllık bir diploma lâzımsa “açık öğretim” iyi bir seçenek olabilir ama “yüzde 70 devamlı” yerlere “arzu ediyorsan” git!
“Kısa sürede hayata atılmak için bir an evvel meslek edinme” düşüncesi de icabında güzel bir düşüncedir…
Bir an evvel edinmek istediğin meslek de sevdiğin meslek olsun ama!..
Nice “lise mezunu” bilirim;
Bir yandan “açıktan” eğitimine devam eden, diğer yandan da tıkır tıkır işini öğrenip maaşını alan…
Bir küçük tavsiye, tabii arzuya kalmış, arzu edilirse çok güzel olur:
Bugüne kadar bir “lisan”ı , hele hele ikinci “lisan”ı çok iyi bildiği halde, “başarısız” olana rastlamadım, vardır belki ama ben şahit olmadım.
Yani…
Bugünkü aklım olsaydı en az “üç lisanı” çok iyi derecede öğrenirdim.
Yapabilirdim.
Zorlansam da becerebilirdim.
Kimseye kızacak halde değilim, yapabilir idiysem ve yapmadı idiysem kabahat benimdir!..
Zamandan borç alan borcunu asla ödeyemez efendim!..