Odama dair çağrışımlar...
Akar, akar yalnızlık ırmaklarca
Rainer Maria Rilke
Günün önemli bir bölümünü işyerindeki odamda geçirmekteyim. Ya da gündüzün mü desek... Ne var ki, akşam olunca da en az birkaç saat daha geçiriyorum burada... Masanın başındayım çoğunlukla... Aradaki dışarı çıkmaları ve bazı ufak tefek işleri saymazsak eğer... Son zamanlarda bu hep böyle... Her ne ise; buradan ayrılmak istemiyorum.
Odamda oturmak, bir şeyler okumak ve yazmak... Eğer içimden gelirse veya bir düşüncenin, bir duygunun esintileri beni zorladığında... Ya da; bir müziğin nağmeleriyle savrulduğumda, kelimeleri misafir ediyorum dünyama... Böyle anlarda müzik, odamın dört bir yanını dolaşıyor. O köşeden o köşeye yayıp duruyor nağmelerini... Ruhumu işgal altında tutarken, düşüncelerimin içine; ta derinlere nüfûz ediyor adeta...
Beni üzüyor, acı çektiriyor, tedaileriyle eski günlere götürüyor, mazimi deşeliyor, isyanlarımı ve kaybedişlerimi yeniden gündeme getiriyor. Farkında olmadan, bir anda yıllar öncesi zamanlarda buluyorum kendimi... Çocukluğumda, ilk gençliğimde, okullarımda, koşup oynadığım sokaklarda, tatlı bir gülüş içeren mahallelerde... Ve caddelerde... Islak kaldırımlarda... Yağmur altında yürürken... Sadece kendimce düşünüp durduğum, karşılık alacağımı hiçbir zaman düşünmediğim, aklıma bile getirmediğim umutsuz aşklarımda... Ve ne gariptir ki; defterlerinin kapandığını sandığım bu aşklar, arada bir de olsa, bu hatırlamalarım sırasında hissettiğim sızı sebebiyle, hâlâ yok olmadıklarını, belki bir eski iz olarak orada durduklarını gösterirler bana... Yarım kalan aşklar, tamamlanamamış şiirler gibidir belki de... Hatırlandıkça acı verirler.
Bir müziğin, neyden dökülen o ince nağmenin yaptığını, bazen hiçbir şey başaramıyor ve bu geliş gidişlerden, hatırlamalardan sonra, yine odamda buluyorum kendimi... Masamın başında ve kalem ellerimin altında; yazıyorum. Aslında son zamanlarda yazmakta zorlandığımı da söyleyebilirim. Çünkü zihnim çok meşgul... Bir türlü toparlayamıyorum ve yazdıklarıma yoğunlaşamıyorum. Aklım biraz karışık... İmkânsızlığına ve gerçekleşmeyeceğine inandığım ya da gerçekleşmesini istemediğim bir düşünceyle çarpışıyorum, didişiyorum sürekli... Bir yandan da; alışkanlıklarımın veya hayatımı şekillendiren izlerin gösterdiği yoldan yürümeye çalışmaktayım. Bunların dışında bir şey- Bütününe birden his, hayal ve umut diyebilirsiniz.- ise bana; yapmak istemediklerimi yapmamı telkin ediyor. Dedim ya aklım karışık...
İtiraf etmeliyim; belki odamdayım, belki masamın başındayım ve bazı konularla uğraşır görünüyorum. Ne var ki; manzara hiç de göründüğü gibi değil. Niye derseniz; hep bir başka yerdeyim ve hep bir başka şeyi düşünüyorum da ondan... İşin başka garip tarafı da, bunun böyle olduğuna inanamıyorum ve niçinine, nasılına kendimce bir cevap bulamıyorum. Cevabım olsa da, bunu itiraf etmemin yüreğimi daha çok yaralayacağını ve yükümün daha da ağırlaşacağını zannediyorum.
Fakat bu karalamalarım da içine düştüğüm gerçeği değiştirmiyor. Evet odamdayım, ama zihnim, şimdi hepsi birer hayal olan o uzak geçmişte yaşananlarla ve onların bugüne akseden ve bir şekilde devam eden manzaralarıyla meşgul... Yapılanlar, uğraşılanlar, bakışların nereye dönük olduğu, eller, saçlar, oturuş ve kalkışlar… sohbet edişler... Kısacası görülemeyen zamanlarda yapılanlar… her şey... Duyuşlar… Hissedişler… Benim ilgilendiğim ve beni ilgilendiren duygular, düşünceler... Bütün bunlarla ilgili meraklar, bir hayal eşliğinde odamı ve her yanı dolduruyor.
İnanılmaz bir bağın çekim alanı içindeyim; kavgam ise, mazinin çağrıştırdıklarına daha fazla bağlanmak ve bu bağı güçlendirmekle ilgili değil aslında... Nasıl azaltacağımı bulmak ve yüzümü bir başka yöne dönmem gerektiğine kendimi inandırmak... Bu vurgunu bilerek mi yedim ben... Ya da; senin haberin var mı bu vurgundan... Off... Şairin dediği gibi, “kelimeler kifayetsiz” kalıyor çağrışımlar eşliğinde ruhuma tattırdığım ıstırabı anlatmak için...
Yoruluyorum, daralıyorum, yangınlara doğru koşuyorum. Ellerimde matemli yalvarışlar... İsyanımı kelimelerden başka gömecek yer bulamıyorum:
“Alır avucuma yüzü dayarım, / Bakar bir noktaya gözü dayarım, / Ah çeker yüreğe sızı dayarım, / Sensiz yaşamanın hali bu işte...” (Aşık İsmail Aladağlı)