Odalar, adalar, adamlar
Son aşamada hayat
odalar, adalar ve adamlardan ibaret. Başka bir şey yok. Adamlar odalarda
yaşıyor, aynalara bakıyor, adalara sığınıyor ve hikaye bitiyor, hepsi bu. Odanın
kapısı açılmıyor bir gün, ada yolcusunu umutsuzca bekliyor ve aynalar, aynalar
küçük bir kımıltı istiyor yüzeylerinde. Sonsuz bir boşlukta, ıslak, kaypak bir
kayanın üzerinde yaşıyoruz. Her an düşme, her an kayma riski olan bu kayanın
gerisinde belki küçük bir karaltı, bizi kendimize baktıracak minik bir sığınak
var. Kayanın üstünde canı sıkılan insan kayanın gerisine, odasına çekiliyor ve
orada, kendi aynasına bakarak yalnızlığını gidermeye çalışıyor. Dışımızdaki
aynalar ile içimizdeki adalar arasında gidip gelen bir yolculuk bu. Odalar ile
adalar arasına gerilmiş bir ipin üstünde her gün sayısız defa gidip geliyoruz.
Hüzünler ile sevinçler arasındaki hiçlik ipinde ha bire düşme korkusu yaşayarak
dolaştığımız bir sarmalın içindeyiz.
Bir odam var…
Doğrusunu söylemek gerekirse, lisans öğreniminin son senesinde büyük bir
keyifle kaldığım Maltepe’deki Vehbi Koç Öğrenci Yurdu dahil edilirse o günden
bugüne her zaman bir odam oldu. Bir odası olmak, bir teleskoba sahip olmak
gibidir. Nasıl teleskopla o cam size evrenin sayısız harikasını gösteriyor, her
bakışta, öncesinde bakılmış o yıldızda farklı bir taraf, görülmemiş olanı
keşfetmeyi görme fırsatı veriyorsa bir oda da hayatı dışarıdan ama yakından
seyrettirmenin imkanlarını sunuyor. Bir
oda, sizi size gösteren bir aynadır. Ve insan ne vakit kendini unutsa, yolunu
şaşırsa bir aynadır onu ona hatırlatan, bir odadır onu ona bulduran. Bir odası
olmak, bir bedene sahip olmaktır. Zihin nasıl bedeni ev olarak kurgulayıp
kendini onun içine yerleştiriyor ve kendini oradan ışıldatıyorsa varoluş da kendine
bir oda arıyor, bulunca içine giriyor ve onu hayata yönelik bütün tasarrufların
harman yerine dönüştürüyor. Sorgulamanın, yüzleşmenin, hesaplaşmanın mutlak
mekanıdır bir oda. Yolculuğa fren, yorgunluğa nefes alma işlevi görür.
Ev gibi, evin
kutsiyeti gibi değildir bir odası olmak. Nereden baksan, evin yine de herkese
açık koridorları, balkonları, pencereleri vardır. Oda öyle değil oysa, yalnız
başına bir ayna. Orada başka hiç kimse yoktur. Orada sadece küçük bir ada, seni
senden uzaklaştıran, seni sana yaklaştıran, seni sende bulduran, seni sende
kaybettiren düşsel bir ada vardır. Hayallerin dölyatağıdır bu yüzden tek başına
odalar. O kayanın, o sert kayanın suyla birleştiği yerdeki küçük karanlıktır.
Gözlerini kapadığın an açılan kapı, güneş battığı an görülen yıldızlardır tek
başına bir oda.
Hayatın
rezervasyonunu sadece şahsınıza tahsis ettiği en muhteşem köşesidir oda. Orada
artık umumun ve umumi olanın sınırları bitmiştir. Orada, oranın kapısında
dışarıda olan her şey dışarıda kalmak, kuyruğunu kısarak beklemek zorundadır.
Sen içeri almadığın sürece hiç kimse, hiçbir düşünce, hiçbir oluş o kapıdan
içeri giremez. Zaten bir odayı, kendine ait bir odayı kutsal ve büyüleyici
kılan da budur. Orada var olan tek şey, bütün dünyayı içine alabileceğin, dünyanın
bütün varlıklarını içine sıkıştırabileceğin kocaman, yeni bir evrene, yeni bir
toprak parçasına, yeni bir adaya geçiş yapma imkanıdır. Gerçeklerin dünyasından
hayaller adasına oradan geçiş yapar en çok insan. Dışarılar, dış mekanlar,
başka insanlar, umumi yerler hayallere her an kısa devre yaptırabilir. Evet,
gerçekten bir odası olmak, bir aynası olmak demektir ve o aynalar olmasa o
adalara nasıl geçilir? Ayna seni sana, dünyayı sana göstererek seni ve dünyayı
bir daha, yeniden keşfe çıkarır. Ada, her tarafını sarıp sarmalamış, ruhunun
derisini ısıran, dağlayan, bağıran, çağıran, gürleyen, patlayan bütün bu
hengamenin, dünya hengamesinin ağırlığını geride bırakmanın; zihinsel
kaşıntıların yaraya dönüştüğü sayısız sorunu unutup üç beş saatliğine huzur bahçesinde
dolaşmanın tek mekanıdır.
Varoluşumuz
nasıl bedenimizin, o tekil bulamacın içine yerleştirilmiş ve kendini ancak
orada gerçekleştirebiliyorsa ruhumuz da kendini yalnız odalarda buluyor. Belki
de tek başına bu, başlangıçtan beri bütün yengilerin ve yenilgilerin çıkış
noktasının neden odalar, duvarların gerisindeki o muhteşem yalnızlık
patlamaları olduğunu gösteriyor. Kaybettiğimizde acımızı, kazandığımızda
sevincimizi ondan daha derin hissettiren neresidir? Özlediğimizde kendimizle
buluşturan, kaybolmak istediğimizde derin uykulara vardıran başka neresi
vardır? Sevinçler iç duvarda açan çiçek, hüzünler iç duvarı üşüten yeldir. Bir
odadır kahkahamıza renk veren, bir odadır hüznümüzü donduran, bir odadır
çığlığımızı en derinden duyan, bir odadır inlememize eşlik eden, bizi, bizde,
bize yeniden sürgüne dönüştüren, kuruyan yerlerimizi koparıp atan, onun yerine
yeni ışkınlar koyan. Bir odadır bitmiş olanı yeniden başlatan, başlamış olana
güç veren, sonlandıran.
Hayat sadece
budur ve bundan ibarettir: Kapı açılır,
içeri girer, yıldızları seyredersin ve her şey biter. Adamlar odalara sığınır,
odalar adalara açılır ve odaların kapısı kapandığında ve adaların yolu
kesildiğinde geriye ne kalır ki hayattan?