Obez zihinler
Toplumlar, farklı dönemlerde farklı sorunlar yaşayabilirler. Hatta bu sorunların “travma” diyebileceğimiz boyutlara ulaşması söz konusudur. Sorunlarda bir yoğunlaşma meydana gelince, hemen yönetimlerden bunları halletmesi beklenir. Ancak yığılan sorunların birden halli mümkün değildir. Çünkü sorunların kaynaklandığı yeri ve o zihniyeti çözümleyip halletmeden sorunlar da kaybolmazlar.
Bu çerçevede Devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi doğru bir şekilde okumak gerekir. Devlet, doğru stratejiler kurmak, kararlar almak, adalet ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için doğru uygulamalar yapmak gibi görevlerle yükümlüdür. Fakat ortada varolan icraatların bir şekilde toplumların sorun halletme şekli ve zihniyetiyle yakından ilintili olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla hemen devlet düzeyinden alınacak bir kararın, anında toplumu dönüştüreceğini ve sorunları hemen halledileceğini beklemek gerçeklikle örtüşmez.
Bu açıdan devletle toplumun sürekli birbirini beslediğini, toplumsal aklın devlet yönetimini bir çerçeveye oturtacağını; ama aynı zamanda devletin de uzun vadeli stratejilerle toplumsal yönelimleri belirleyebileceğini söylemeliyiz. Bu açıdan 1980’lerden itibaren oldukça değiştiğini düşündüğüm toplumsal aklın ve yönelimlerin iyi okunması gerektiği ortadadır.
Meselâ; toplum olarak 1980’lere göre üretici bir zihniyet ve kapasitemizde irtifa kayıpları olmuştur. Özellikle Özal’dan sonra dışa daha açık modernleşme politikalarıyla birlikte, “beyaz ekmeğe” alışan toplumun tüketici potansiyel ve kapasiteleri artmıştır. Bu durum bütün göstergelerde “tüketicilik” boyutunun “üreticilik” boyutunun önüne geçtiğini bize göstermektedir. Kitle iletişim araçları ise zaten bu tüketiciliği sonuna kadar körüklemektedir. Belki şu an devletten beklenmesi gereken, bütün politikalarını (eğitim, kültür, tarım, hayvancılık vb.) tekrar üretim üzerinden kurmasıdır.
Devletle toplum arasındaki bu ilişki, aslında bize bir problemi daha yakından aşikar kılmakta ve üzerine odaklanmamızı gerektirmektedir: toplumsal zihniyet. Toplumda herhangi bir konuda geçmişten bu yana uygulanan pratikler ve o toplumun kendi kültürel kodları zihniyeti önemli oranda belirlerler. Toplumsal zihniyette işleyen, kabul edilen bir şeyi değiştirmek öyle kolay değildir.
Türkiye’nin, Osmanlı’dan bu yana oldukça değişimlere uğradığı doğrudur. Ancak öte yandan varolan tarihsel ve kültürel kodların da bir derinlerde işlediği vakıadır. İşte böyle bir gerilim içinde zihniyet dünyası şekillenmektedir. Bilhassa modern dünya ile karşılaşmamız, çok hızlı bir şekilde kültürel kodlarda dönüşümler yaratmıştır. Yine modern olmak yolunda toplumda varolan arzu, gündelik hayatta tüketim yolunda bir talep patlaması yaratmaktadır. İnsanlar her hal ve şartta taleplerinin yerine gelmesi gibi bir yaşam tarzına özendirilmişlerdir. Dünya ile kurulan yeni ilişki biçimi de bunun üzerinedir. Öyle ki artık obez zihinlerden bahsedebiliriz.
Dünya ile yeni kurulan ilişkide temel problem; dünyaya sorumlu bir varlık olarak girmedir. Dünyada bulunuş, ona yüklenen anlam dünya ile ilişki tarzlarını da belirlemektedir. Belki dünyanın sadece bir tüketim arenasına dönüşmesi, onunla nasıl ilişki kurulduğunu da bize göstermektedir.
Tüketim üzerinden yürüyen dünyanın önemli bir kısmı borç altındadır. Çünkü insan sürekli “arzu”lamaya kışkırtılmakta ve bunun için varlıkları rehine alınarak borçlandırılmaktadır. Bu ülkeler düzeyinde, ülke varlıklarının sömürülmesine doğru gitmektedir.
Neticede maalesef dünya ile ilişki tarzı bozulmuş, dünyada varolanı biriktiren obez zihinler türemiştir. Çağımızda problem, önce insanların dünyaya baktığı perspektifi değiştirmektir. Zihinler obez olunca, bedendeki obezite bir ayrıntıdan ibaret kalır.