Nuşirevan'dan daha az adil değilim!
Müslümanların Doğu Akdeniz tecrübesini yaşamaya başladıkları dönemdir. Resul-i Ekrem’in (sav) vefatının üzerinden 5 yıl geçmeden Şam fethedildi. Bütün civar toplulukların gözü-kulağı Şam'daydı: İslam nedir, nasıl bir dindir? İslam’ın Dimaşk’a, Şamlılara ne vereceği, neyi götüreceği konusu merak ediliyordu.
İnsanlar böyle düşünürken Halife Hz. Ömer de Batı’yı
İslam’ın asil yüzü ile tevhid
dininin adaleti, hakkaniyeti, merhameti ile
tanıştırmak arzusundaydı. Halife
Ömer(ra) Şam’da yaşanacak her
türlü olumsuzluğun İslam’a, Rasulullah’a mal edileceğinin bilincindeydi. Onun
için, “Dicle
kenarında bir kuzu kaybolursa, onun hesabı Ömer’den sorulur” demişti.
Bu sebeple Hz.
Ömer Dimaşk’a en güvendiği, dostu Sa’d bin Ebu Vakkas’ı ra. Vali olarak tayin ederek, Rasulullah’ın davetinin daha uzaklara taşınmasını arzu eder.
Lakin başlangıç istemediği bir olaya sahne olur:
Sa’d b. Ebu Vakkas ra Vali olarak atandıktan sonra haklı
olarak Şam’ın en uygun yerine bir Mescid inşa etmek
ister. Ama istediği yer Şamlı bir
Yahudi’ye aitti. Yahudi arsasını vermek
istemese de Vali Sa’d, Yahudi’ye bedelini ödeyerek orada Mescid yapmaya karar verir.
Yahudi’yi üzgün gören Müslüman komşusu sebebini
sorunca, Yahudi:
Vali Sa’d, satmak
istemediğim halde bana
ait olan
arsaya el koydu, bedelini bana ödeyip yerine Mescid
yapacak,
der.
Müslüman komşusu Yahudi’ye, “Medine’ye git,durumu
İslam
Halife’sine anlat” der.
Aklına pek yatmasa da başka
çaresi kalmadığı için devesine binip Medine’ye gider.
Günler sonra Medine’ye ulaşıp Halife Hz. Ömer’in huzuruna varan Şamlı Yahudi: Şam’dan geldim,
Valiniz Sa’d’dan şikâyetçiyim,der.
Halife Ömer (ra) Yahudi’yi
dikkatlice dinler.
Şamlı Yahudi: Valiniz Sa’d,satmak istemediğim halde bana ait
arsayı bedelini ödeyerek kamulaştırdı ve arsamın yerine Mescid
yapacak, der. Halife
Ömer, duruma çok üzülür ve aklından adeta, Ben Şam hakkında ne
düşünüyorum, güvendiğim valim ne tür icraatlarda bulunuyor! diye geçirir.
Ömer ra gelen Yahudi’ye ikramda bulunduktan sonra Şam Valisi
Sa’d İbn Ebu Vakkas’a içinde, “Ben Nuşirevan’dan
daha az adil değilim” yazılı kısa bir mektup gönderir.
Yahudi, hayal
kırıklığı içinde Şam’a döner, çünkü bu kısacık notla Valinin ikna olacağına inanmıyordu. Bir de bu yüzden Valinin gazabına
uğrayabilirim endişesiyle mektubu valiye vermek istemez.
Yahudi’nin Medine’den döndüğünü öğrenen Müslüman komşusu, Halife Ömer’in tepkisini sorar. Yahudi, üzülerek durumu anlatır ve böyle basit bir mektubu Valiye vermek istemediğini söyler.
Müslüman komşusu, Yahudi’yi
ikna edip valiye gönderir. Şam Valisinin huzuruna çıkan Yahudi, Halife’nin gönderdiği deri parçasını Valiye verir.
Vali mektupta yazılan tek cümleyi okuyunca, sapsarı
kesilir ve titrer.
Sonra başını kaldırıp, “Arsanız size geri verilmiştir” der…
Yahudi hayret ve merak içinde; “O bir tek cümlede
ne vardı ki sizi bu kadar sarstı?” der.
Vali Sa’d
b. Ebu Vakkas ra başlar
anlatmaya:
İslam’dan önce ben ve bugün Halife olan Ömer, 200 deve ile ticaret
için İran’a gitmiştik. Zorba bir çete develerimize el koydu. Çaresizdik, oradaki bir hana gittik. Durumumuzun iyi
olmadığını fark eden hancı sebebini sordu. Biz de Hancıya başımıza geleni anlattık. Buna çok
üzülen Hancı, “Gidip
Kralımıza durumu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder” dedi. Biz de Nuşirevan
adındaki Kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Bir mütercim şikayetimizi krala
tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatlice dinledikten sonra her birimize birer
kese altın verdi ve “Olayı inceleteceğim, siz memleketinize
dönün” dedi.
Üzgün bir şekilde Han’a
döndük. Durumu hancıya anlattık.
Hancı: burada bir hata var,gelin beraber krala gidelim, dedi.
Hancıyla birlikte kralın huzuruna çıktık. Hancı durumu Kral Nuşirevan’a anlattı. Dikkat
ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.
Kral çok hiddetlenmişti ve önceki mütercimi çağırttı. Ona çeşitli sorular sordu. Aldığı cevaplar kralın öfkesini
arttırmıştı. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese
altın verdi ve“Akşama
kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabah olunca memleketinize dönün,
ama giderken biriniz doğu kapısından,biriniz de batı
kapısından çıkın” dedi.
Bir şey anlamadan Kralın huzurundan ayrıldık.
Akşama doğru 200 devemiz geldi. Olan biteni hancıya sorduk. Hancı anlattı: Sizin develerinize
el koyanlar Nuşirevan’ın oğlu ile veziriydi. Bunlar bir çete kurup garibanların
mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış ve sözlerinizi
Nuşirevan’a yanlış tercüme ederek kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben gelip durumu
anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben
de anlamadım,sabah olsun anlarız, dedi.
Hz. Sad, o
günleri yeniden yaşarcasına anısını anlatmaya
devam ediyor:
O gece
handa kaldık. Sabah olunca ben
doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu
gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu.
Kim bunlar, diye sordum?
Oradakiler: bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu, diğeri de
veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arab’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan
ikisini de idam etmiştir.
Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi
yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan tercümanın asılı olduğunu gördük.
İşte Hz. Ömer seninle gönderdiği deri parçasının üzerine, “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim”yazarak, adaletsizlik
yaparsam, insanlara zulüm edersem başıma nelerin geleceğini hatırlatıyor.