Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2964.17
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Nuri Pakdil: Klas duruş, kalem kalesi

“İnsan aşmak zorundadır kendi kendini: Kendi kendini öldürmeye, bir çukura düşmeye karar verebilen insan, niçin, kendini aşmaya, doruklara çıkmaya karar veremesin? İnsan, manevi kaynaklardan uzaklaştıkça parça parça öldürmüş olur kendini: Taksitli özöldürüm bu.”

Paris sokaklarını gezerken Nuri Pakdil’in Batı Notları kitabı vardı koltuğumun altında. Put yapım evlerinden çıkıp, putperest kavimlerin mekânlarından sıyrılıp, devasa müzelerden, saraylardan kendimi Paris Büyük Cami’ye atmıştım ve siyahi Arap bir Müslüman kadına sarılmıştım. İşte o zaman sadece ve sadece Nuri Pakdil ve Hamidullah Hoca geliyordu aklıma. İşte o zaman Batı Notları’nın altını çize çize okuyor ve ağlıyordum nedense.

“Kent size doğru yürür, siz kente doğru yürürsünüz; ölülerinizle, yaşayanlarınızla, birer birer karşılaşırsınız. Gece gecedir ya, bir gündüze dönüşür; ölülerinizin anıları içinizde deprem gibi sarsar bir yerinizi. Bu sarsıntılardan yaşama sevinci doğar şehrin ortasında; gülerek caddeleri, sokakları geçersiniz.” Nuri Pakdil’in Batı Notları’dan çaldığım nice anlamlı cümle ile gezmiştim Paris’in soğuk ve katı yüzlü sokaklarını. O zaman daha iyi anlamıştım Hüseyin Su’nun Takvim Yırtıkları’nda “Bir şehri Nuri Pakdil’le gezmek, o “şehre girmek” demektir” derken neler söylemek istediğini. Yine de ben ancak Üstadın mihmandarlığında Paris Büyük Cami’ye girebilmiştim. Çünkü gönül ülkemde bir batı kentinin yeri ancak bu kadardı.

"Pas tuttu içimiz, bu yüzden duymaz olduk tüm yeryüzündeki akan kanların sıcaklığını. Bu sıcaklık, bu akan kanların sıcaklığı eritmelidir bizi saran tüm olumsuzluk taşlarını. Akan her kanda, bizim de bir damla kanımız akmıyor mu? Bizi de öldürmüş olmuyor mu, başkasını öldüren?.." Ustanın bu sözleri vardı sonra sarıp kuşatan bizi sorgulama duraklarına taşıyan.

“Kalem benim kalemdir” diye seslenişini kalemi elime alıp yazmaya başladığım ilk yıllarda okudum ve yazı yolculuğumda adeta bir liman gibi sığındım bu duyarlılığa ve başkaldırıya. Çünkü Usta için yazmak bir başkaldırı, direniş, karşı duruş, devrimsel bir çaba, uyanış vakti, güneş donanması, ay ışığı aydınlığı, dolunay güzelliği ve cömertliğiydi… Ama daha çok devrimsel bir çaba ile yaşadığı acılar coğrafyasında, tükenişin ve kuşatmanın olduğu kısır dönemlerde düşünce mimarı olarak insanlık inşasına soyunması vardı. Harlı ve direnç yüklü bir öfke ile kuşatmanın duraklarına gönderirken kısa ve keskin mısralarını başkaldırının anıtsal destanını yine kısa ve öz haykırması vardı sonra. Belki de bu sebeple az ve öz, özgün ve zor anlaşılır olmayı tercih etti, direnci kuşanmış kalemi ile “Kalem benim kalemdir” diye seslenirken kurşun gibi akan kelimeler, sözler ve dahi mısralar gönderdi. Geride bıraktığı yapıtlar da kuşkusuz medeniyet inşasına soyunmuş, soylu ve erdemli bir duruşla, sarsılmaz bir karizma ile her daim dik bir endamla, yüreklere merhem olan özlü yapıtlardır.

Yazdığı eserlerindeki imgesel yoğunluk, derinlikli ve felsefi duyuş onu anlaşılmaz gibi kılsa da Nuri Pakdil anlaşılmak isteyen okura kendini açar. Yeter ki onu anlamak için, onun yazdıklarını içselleştirerek okumak için çaba harcayın, yeter ki bir altyapı hazırlayın.

“Filistin, ben seni unutsam, sen beni unutur musun?”

Onun direniş yüklü yazın dünyasını, ödünsüz eylemsel adeta başkaldıran edebi kişiliğini, soylu ve erdemli duruşunu bazı eserlerinin isimlerinden bile anlamamız mümkündür. “Ahid Kulesi”, “Klas Duruş”, “Batı Notları”, “Edebiyat Kulesi”, “Büyük Sorgu”, “Biat I, II, III”, “Bağlanma”, “Anneler ve Kudüsler”.

Muvahhid ve Müslüman bir duyuş ve sorumlulukla kaleme sarılan Pakdil Usta, Mekke’yi, Medine’yi, Kudüs’ü, Bağdat’ı, Şam’ı yazılarına taşırken kutlu bir sorumluluk bilinci akıtır kendinden sonraki kuşaklara adeta kaleminden. Bir medeniyet inşasının yapıtaşlarını ödünsüz ve tavizsiz duruşu ile örerken kutlu şehirlerden, kutlu beldelerden her daim özgün sancılar akar yeryüzünün kurak damarlarına.

“Filistin, ben seni unutsam, sen beni unutur musun?” diye sorar “Edebiyat Kulesi’nde.

Derin bir ürperme hissettiren satırlar gelir Kudüs adına sonra: “Kudüs’ü düşünme saatiniz gelince hep böyle olursunuz. Katı, kalın, yalın ağırlığı ne kadar da somut duyarsınız. ‘Oh be! Ülkeme, Ortadoğu’ya, tüm yeryüzüne öğretisel bakabiliyorum’, dersiniz. Adeta tarihi taşıyor gibi; onurlu ama şimdi suçlu; başınız dimdik bir an sonra yerde; kalakalırsınız öylece. Yasa batmış Kudüs bu! Elinizi uzattınız; zincirleri mi kıracaksınız?”

Bir yazar, aralarında kan bağı olan yazarların eserlerinden okumuşsa eğer, kanı kaynıyor, kalemi kişniyor adeta; lebalep duloyor. Kalemi yazmak arzusuyla tutuşturulan önemli etkenlerden birisi de budur kesinlikle” diyor bir başka Usta yazar Hüseyin Su, “Takvim Yırtıkları 1” de. Nuri Pakdil Üstadın tedrisatından geçen, onunla kan bağından ziyade ruh bağıyla bağlı yazar son dönemde, Şule Yayınları’ndan “Takvim Yırtıkları 1, 2, 3” olarak Nuri Pakdil Ustayı daha çok anlattığı günlükleri yayınlandı.

“Ayrıca Edebiyat dergisinin nasıl bir dergi olduğunun ve Nuri Pakdil’in hem mümin ve sanatçı bir insan olarak nasıl yaşadığının, hayatının temel dinamiklerinin, dikkatlerinin, direnişinin kaynaklarının, hem edebiyatçı kimliğinin hem siyasal hem de dini düşüncelerinin daha iyi anlaşılması açısından da Takvim Yırtıkları’nın önemli kayıtlar içerdiğini düşünüyorum: Bunları da korumaya çalıştım. Takvim Yırtıkları’ nı bu hassasiyetlerle ve kaygılarla paylaşıyorum ”diyerek anlamlı ifadelerle Nuri Pakdil’i anlamak ve okumak isteyenlere adeta anlamlı bir yol açıyor Hüseyin Su yazdığı günlüklerle.

Nuri Pakdil hakkında yazılar yayınlanıyor, tanıyanlar, okuyanlar, uzaktan yakından bilenler, yakınında olanlar olmayanlar üstadı yazıyorlar. Hani bir söz vardır: “Yağlı boya tablolara ve büyük insanlara uzaktan bakın” diye. Ben son dönemde çoğu yerde Üstatla tanışma fırsatlarım olsa da aramadaki saygı mesafesini korumak için uzak durduğumu ifade edebilirim. Adeta çekindim. Ama Üstadın geride bıraktığı eserleri okumak ve anlamak için Hüseyin Su’nun büyük emek ve özveri ile hazırladığı “Takvim Yırtıkları” ve sonradan yayınlanan “Entelektüel Öfke” kitaplarını okumak gerektiğini düşünüyor ve ısrarla tavsiye ediyorum. Ayrıca anlamlı çabası için Üstada teşekkürlerimizi borç biliriz.

“Uzak… Çok uzak dağlardan iniyor sessiz sessiz… Dev gibi yalnızlık…” diyor ya kuşakdaşı, dostu Rasim Özdenören işte öyle bir yalnızlık sarıyor neden sonra, geride kalan tüm dostları, Necip Evlice’yi, acılı coğrafyayı ve Kudüs’ü bir sevdalıyı kaybettikten sonra.

Gençler daha çok Kudüs şairi olarak biliyorlar Ustayı. Kudüs sevdası ile tanındı daha çok. Rabbim mübarek toprakların bereketi ve nuru ve rahmeti ile kuşatsın Usta’yı. Rabbim rahmet merhamet eylesin büyük Usta’ya…