'Notlar alınıyor'
Bu yazıyı siyaset ve politika kelimelerinin farklı coğrafyalarda aynı anlamlar için kullanıldığı, aynı metinde kullanılmasının dil bilimi açısından sorun olabileceği ve bu hem aynı hem ayrı anlamın sadece coğrafya farklılığını değil insanın- insanlığın hayati bir konuyu yaşama düzeylerini belirttiği düşünceleriyle de kaleme alıyorum. Yine de bizim kelimemiz diye aldığımız siyaset en alt düzeyde, batıdaki karşılığı olan politika da en üst düzeyde yaşanabilir. Buna da itirazımız yok. Yani siyaset kelimesini sahiplendiğimiz kadar yüksek yaşayamamış olabiliriz. Politika kelimesi de küçümsediğimiz ve ötekileştirdiğimiz kadar alt düzeyde yaşanmamış olabilir.
Neyse
ne…
Siyaseti
en başta kendini, hayatını yönetebilme ve izin verdiğimiz kadar, ilkelerimize
göre nitelikli, insana yaraşır şekilde yönetilme olarak anladık ve elimizden
geldiğince yaşadık... Tabi dünya ve ülke şartlarında tam da ilkelerimize göre
dilediğimiz şekilde yönetilmenin, diledikleri şekilde yönetilmelerinin pek öyle
çatılması kolay bir çatı olmadığının, elde edilmesi kolay bir konfor olmadığının
bilincinde olarak…
Amacım
siyaset ve politika kelimelerinin etimolojisine veya felsefesine girmek filan
da değil. Bu kelimeleri, bu yazıda yaşanılan pratikte anlaşıldığına yakın bir
anlamda kullanıyorum. Tek kullanımlık. Sonra atacağım. Zaten bir gazete
yazısında kelimelerin çoğu zaman tek kullanımlığa izin veren dar bir alanı var.
Gazete yazılarında -çoğu zaman- ağır anlamlar "yerim dar" demekte
haklılar ve anlam oyununun buralarda öyle çok da rahat oynanmayacağı hepimizin
mâlumu...
Devam
edersek; kendine hâkim bir insan ve devlet gibi harika anlamlara da tekabül
eden siyaseti yukarıda kısaca değindiğimiz gibi anlıyor ve işte şartlar ne
kadar müsait olabilirse yaşamış oluyoruz.
Politika
ile de -ona doğrudan yüklenen olumsuz anlamı hesaba katarsak- izleyici olarak
bile olsa hiç işim olmadı, olmaz. Olgular başımıza üşüşmüşken, politik
olayların başına köy kahvehanesinde radyoya sığışanlar gibi, her olaya halkalanan,
her olaya toplananlarla beraber her gürültüye koşup alkış tutamaz ya da
yuhalayamazdık. Her bir politik çalkalanmada fevren ve devren bir menfaat
cephesi seçip tarafgirlik silahı ile etrafı kurşunlayamazdık. Çünkü daha insani
olan hep kendimizi, -varsa ki sorguladığınız için dışlansanız da vardır- kendi
kesimimizi eleştirmektir. Nefis muhasebesini en birinci ödev edinmiş bir toplum
elbette, daha çok kendini, kendi kesimini, kendine yakın siyasileri,
politikacıları eleştirir. Evet. Böyle bir anlayış geliştirdik biz, bilmem
ülkemiz bunun farkında mı?! Zira bütün sloganların, sağdan soldan ezber ve
tekrarların ötesinde saf gökten, kökten çözüm, ıslah şefkatini de içeren
devrimci bir değişim arıyoruz. Tövbe kelimesinden de kişisel günahlar için
zırlayıp yeni bir hırsla aynı hatalara sarılmayı değil, gittikçe daha iyiyi
yakalamak için değişimi anlıyoruz. Tabii ki değişimi monotonlaştırmadan…
Ne
yalan söyleyeyim; hallerimiz dillerimiz böyle.
Ne
var ki; olgusal düşünmeyi terk ettiren bir hareketli gündem, bir son dakika
ülkesiyiz malum. Bizim gündemimizi popüler anlamda kaldırabilmek yürek ister…
Bütün ağır düşüncelerinizi bırakıp kalabalığa karışmamak, bir anda slogan
atmaya başlamamak için kendinizi zor tutarsınız… Aslında kitapçıya gidip
saatlerce vakit geçirecek biri olarak çıkar, sanal caddenin ortasında birden
yumruklarınızı, sizinle birlikte fakat havada yürürken görürsünüz… Yine nevar
ki tüm yazılı ve görsel medya, ayrıca anılmayı haksızca hak etmiş olan sosyal
medya, artık mümkün olsa kapıda fasulya kıracak olan mahalle teyzesi ve duman
altı kahvehanede pinekleyen kentli taşra bile belli politikacıları o kadar çok
sayıda anıyor ve tekrar ediyor ki insan o konuyla ilgili popüler bir şey
düşünmeden edemiyor.
Meral
ismi ile ilgili yapılan komik bile olamayan onca spekülasyonı görünce İzmir'de
çocukken rastladığım bir anekpotu ( anekdot da diyebiliriz) hatırladım. Bir
Kürt komşumuz vardı kızlarının adı Meral. Ailenin modernliğe özentili annesi
kızına "Kız Meeeeriii!" diye seslenirken sesi, ailenin babaannesinin
"Khız Maaaroll" diye seslenişi ile kesiliyordu. Her defasında İzmir' in bir semti ile ben ayı
farklılığa, farklı aynılığa tanık oluyorduk. Tıpkı siyaset ile politika
kelimelerine yerleştirdiğimiz çekişme gibi… Benim de Meral ismi ile yıllardır
sakladığım bir anım var yani. Anının önemi ise yenilikçi olamamış yeni ile
gelenekçi olabilmiş eskinin kültürler
arası çatışmayı bir kız çocuğuna hitaba sıkıştırabilmesindeydi. Farkında
olmadan... Yoksa gündemde anılan politikacımız ile uzaktan yakından alakası
yok. Sadece Meral hanım da kimler tarafından, - ki bu bir iç çatışma da
olabilir- farklı uçlara çekiştiriliyor olabilir düşüncesi geçiyor ister
istemez, o kadar.
Son
siyasi gündem, -tıpkı dündem veya evvelki gündem gibi- o kadar yoğundu ki
sosyal medya halkı ve trol birlikleri kimi siyasilerin ve tabii ki politikacıların
ahlak bekçiliğini yapmaya doyamadı. Hele kimselere ahlakının bekçiliğini yaptırmayan
ve kendi ahlaksızlık özgürlüğünün üstünü örtmek için başka herkesi ve özelikle
de dindar kesimi ve o kesime yakın bulduğu siyasileri kesin hırsız, ahlaksız
ilan edenleri hiç sormayınız… İnanın sosyal medyada mecburen bir konuya
bakacakken iğrenç, öfke ve tehdit dolu, nerdeyse şiddet ve kan kokan
paylaşımları görmemek için gözlerimizi özel bir kısma hareketi ile yoruyoruz. Kirpiklerimizle
süpürüyor öyle bakıyoruz. Biliyoruz öyleleri için ne söylense boş ama şu son
cümle dizimini paylaşmak isteriz.
Hop.
Yavaş olun salyalı sürüler!
Ahlaksız
olanlar sadece politikacıların içinden çıkmıyor. Politikacılar ise sadece
halkın içinden çıkıyor. Bu durum sivil veya resmi herkesin insan olarak ve
konumu gereği sorumlu ve ahlaklı olması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
İşin
garibi iktidarda kendi partisi değilse siyasiler koşulsuz olarak, tamamıyla
ahlaksız
kendi partisinin politikacıları ise yine koşulsuz olarak mükemmel ilan
ediliyor.
Tabi
bu ağzı ya sövgü ya övgü dolu bireyimiz her konuda söz sahibi. Hele de
politikacıdan daha politikacı bir sanatçı ve bilim adamıysa... Savulun!
Olgular
başımıza üşüşmüş.Olayların başına toplananlarla beraber her olaya koşup alkış
tutamaz ya da yuhalayamayız. Bizim sözümüzün, yazımızın kimliği gündem
gündelikçiliği değil. Fakat bazen mecburen az da olsa dokunmak zorunda
kalıyoruz bu kurgusal yangına.
Dokunmasak, o deryadan, bu denizden, bir denizin kaç ırmak ettiğinden,
ırmağın hangi amaca koşulmuş bir coşku olduğundan bahsetsek kimse bunları
duymuyor. Siyaset ve politika dışında hiçbir ses duyulmuyor bu ülkede...
Yeniden
söylüyorum:
Bütün
sloganların, sağdan soldan katı ezber ve tekrarların ötesinde saf gökten,
kökten çözüm, ıslah şefkatini de içeren devrimci bir değişim arıyoruz.