Normale dönmek
Doğal afetler doğanın hastalıklarıdır. Bütün hastalıklar gibi bir dengesizliğin davetine icabet eder, ödünç olarak nekaheti bırakır, çeker giderler. Gerisi iyileşenlere kalmış. Ya hayata kaldıkları yerden devam eder ve bir sonraki hastalığın gelmesini bekler ya da ondan bir ders çıkarıp kendilerine çeki düzen verir, hastalığın sebeplerini ortadan kaldırmaya gayret ederler. Depremler, seller, kasırgalar, salgın hastalıklar doğanın ya biriken enerjisinin dışavurumu ya bağışıklık sisteminin çökmesi ya da aşırılıklarının törpülenmesidir. Onlar da bedensel hastalıklar gibi ansızın gelir, şoka uğratır, bünyeyi şöyle bir sarsar, aciz düşürür, çeker gider. İnsana ve doğaya yönelik hastalıkların her ikisinin de ölüme götürenine “kıyamet” denir. Büyük kıyamet evrenin, küçük kıyamet insanın ölümüdür. Hastalık, bu yönüyle kıyamet öncesine ait küçük hatırlatmalarda bulunur, haddini bildirir, geçici de olsa sınırlarına döndürür, görevini yapmış olarak çeker gider.
İçinden geçtiğimiz süreçte yaşadıklarımız doğanın hastalıklarıyla insanın hastalıklarının kesiştiği noktanın eseri gibi duruyor. Belki de doğanın, bedenin ve ruhun hastalıkları aynı noktada buluştuğu için insanlar bu kertede, böylesine bir kaygının pençesine düştü. Normalin, anormal gibi görünmesinde biraz da anormalin kendini meşrulaştırmış olması yatmaz mı?
Elbette insan; içine doğduğu, kendisinden geldiği, varlığından bir şeyler bulduğu doğa ile hemhal olmak ister. Elbette göz doğal manzaralara, kulak doğal seslere, ten doğal yüzeylere, damak doğal tatlara, burun doğal kokulara meyyaldir ve hepsi, belli aralıklarla, kendini bulmak için doğanın kucağına yürümek ister. Elbette alem-i kübraya yöneliktir her bir organı, her bir çıkıntısı, her bir dokusu alem-i suğranın. Elbette gökten ırak olmak gözün mahrumiyetidir. Ama biz değil miyiz, gök dahil atmosferin içindeki bütün doğanın bağışıklık sistemini çökerten? Aşırılıkların haşarı çocukları biz değil miyiz? Ve doğal olan, insan doğası dahil, aşırılıktan hoşlanmaz. Aşırılık ölümle ilgilidir çünkü, yaşamı kuran da sürdüren de dengedir… Aşırılığın hemen berisinde durur hastalık. Doğal veya yapay, bedensel yahut ruhsal, her türden aşırılık, hastalığın önsözünden başka nedir?
Ne vakittir karnı ağrıyordu dünyamızın çerçöpten, ne vakittir midesi bulanıyordu çağımızın imitasyondan, metalden. Ne vakittir bedenlerimiz doğaya hasret, ne vakittir ruhlarımız doğala kilitli. Ne vakittir unutulmuş, hoyrat isteklerin nesnesine dönüşmüştü doğamız. O kadar hızlı koşuyor, öylesine telaşlı yaşıyorduk ki gözümüzün önündeki güzelliklerle aramıza sonsuz mesafeler girmiş gibiydi. Otomata dönüşmüştük adeta. İnançlarımız, ahlaklarımız, dünya görüşlerimiz, adetlerimiz, davranışlarımız, dikkatlerimiz, hassasiyetlerimiz ruhumuzun derinliklerinden beslenmek yerine, yaşam tarzımızın, güncel zorlamaların itelemeleriyle şekilleniyor; bir zamanlar, karakterimizin vazgeçilmez harcı olan bütün bu değerler yakamıza sonradan iliştirilmiş şekilsiz kartonlar gibi duruyordu. O kadar büyük yanılgılar içreydik ki anormal olan bize normal görünüyordu. Öyle ki ruhumuz da bedenimiz gibi bir kalıba sokulsa insan suretinin yerini çoktan robot suretinin aldığını hayretle temaşa ederdik. Korona tam da böyle bir zamanda boy gösterdi. Savrulmanın, uzağa, kendinin ve değerlerinin sonsuz uzağına düşmüş insanın tek umudu olarak hatta belki. Tıpkı ameliyat sonrası uyandırılmak, tekrar dünyaya döndürülmek için kulağına bağırılan hastalar gibi…
Şimdilik, uyanmış gibiyiz. Şaşkınlıkla bakıyoruz etrafımıza ve arada bir de soruyoruz: Sahi gerçek mi bu yaşadıklarım? Bütün bunlar oluyor mu gerçekten? Dalıp gitmiştik işte sersem sepelek hayatımıza? Nerden çıktı şimdi bu? Sorulara biraz daha devam etsek, hastalığının etiyolojisini takip eden hasta gibi ilk kırılmayı, ilk yanılgıyı, ilk yanlışı bulacağız. Depremlerin, yerin kilometrelerce altında maden arayıp dışarı çıkarmakla ilgisi yok mudur gerçekten? Sellerin ve küresel ısınmanın, daha fazla üretmek için hiç durmayan fabrika bacalarından yükselen karbondioksitle ilgisi yok mudur? Balık ölümlerinin, arı katliamlarının doğaya rastgele atılan, okyanuslarla kıyıları birbirinden ayıran atıklarla ilgisi yok mudur? Ve kanser nedir ve verem neden kaynaklanır ve veba niçin yola çıkar ve virüsler neden ayaklanır?.. Söyleyin, korona dışında kendini Tanrı’nın yerine koymuş bu Büyük Birader’lere haddini bildirecek tek bir Allah’ın kulu var mıydı?
Belki ruhun hastalıklarından da bahsetmek gerekir biraz. Ruhun, bedeni çaresiz düşüren, soluklaştıran hastalıklarına da göz gezdirmek… Hepsi de bir mideye, tek bir mideye, ne kadar doldurulursa doldurulsun kapasitesi sonsuz olmayan bir mideye sahip oldukları halde, açlıktan ölen üç milyara yakın insana karşılık mideleri hiç boşalmayan beş yüz kişinin yaşadığı bir dünyanın manevi hastalıklarından bahsedelim biraz da? Ölümü öteki coğrafyaların dışına iteleyip oraya kilitledikleri zannıyla sanki hiç ölmeyecekmişçesine yaşayanlardan?.. Kendi içlerindeki ölümü bile görünmezleştirmek için yaşlılarını bakımevlerine bırakıp cenaze törenlerine çelenk göndererek ölüyle asla yan yana gelme cesareti göstermeyenlerden? Huzurevlerini; titrek, cızırtılı nefes alıp verme mezarlıklarına dönüştürenlerden? Ölüm oraya geldi diye korkuyla huzur evlerini terk edip sırra kadem basanlardan bahsetmeyecek miyiz? İnsanı, insanın merhametine terk edeceğini mi zannettik sahiden Tanrı’nın?
Daha iki ay öncesi değil miydi, ürettiğiniz bombalarla, geliştirdiğiniz siyasal teorilerle yerlerinden yurtlarından edilip evleri yakılan, bağları bahçeleri talan edilen insanlar size sığındığında yaka paça alıp denizlere attığınız; denizlere attığınız, botlarını delerek suda ölümle dansını seyrederken kahkahalara boğulduğunuz? Daha birkaç yıl önce kıyıya vurmuş cesetlerin ayakkabı numaralarında 17 yazmıyor muydu sahiden? Daha birkaç yıl önce değil miydi, petrol varilleriyle kan şişelerini değiş tokuş yaptığınız siyaset masalarında? Korona öncesi cehennemin ortasında, göğüs kıllarınızı teslim etmemiş miydiniz klimalara? Ahlaklarınızı katık ettiğiniz inançlarınızı midelerinize indirmiyor muydunuz? Siz değil miydiniz Tanrı karışmaz, Tanrı bu işin dışında deyip deizmi dalga dalga yayan genç dimağlara? Eğer normale dönmek, korona öncesindeki dünyaya dönüşü ifade ediyorsa salgın hiç bitmesin aziz dostlar, yeniden bayılacağımız bir ayıklığı sersemlerden başka kim ister?..
Gerçekten, siz gerçekten Yaracınızın sizi size emanet edeceğini mi sandınız?