Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2967.78
BIST 100
9726.91
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Nominal İslam insanı içkin mi?

İslam son kertede bir din olmakla birlikte, ilk insandan itibaren devan eden serüveni onu bir gelenek olarak da karşımıza çıkarmaktadır. İslam’ın bir din olması, kendisinin dünyaya dair bir tavır geliştirmesi ve inananlarına Tanrı tarafından vahiyle kılavuzluk yapmasına dayanmaktadır. İslam’ın gelenek olması ise, ilk insan ve peygamber Hz. Adem’den (AS) Hz. Muhammed’e (SAV) kadar birbiriyle bağlantılı ve birikimsel uzun bir tarihi geçmişi ihtiva etmesidir.

İslam’ın bir gelenek olması, en başta onun söyleminin sürekliliğine göndermede bulunmaktadır. Bu gelenek içinde yer alan peygamberlerin ana söylemlerine baktığımızda, aynı noktaya vurgu yaptıklarını ve söylemlerinde tutarsızlık bulunmadığını görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’in söylemlerine baktığımızda, geleneğe atıfların iki boyutlu olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, uzak gelenektir ki, Hz. Adem’e kadar geri giden peygamberler silsilesidir. İkincisi de yakın gelenektir ki, Kur’an’ın nüzul olduğu dönemde arapların da hafızalarında yer alması ve kültürel yakınlık içermesi burada hatırlanmalıdır.

Din ve gelenek niteliklerinin İslam’ın muhteviyatında buluşması, son kertede İslam’a dair konumuzla bağlantılı şu yargı üzerinde konuşulmasını anlamlı kılmaktadır; “İslam temel söylemleri itibarıyla insanı hedeflemektedir. İnsanın dünyaya bir tavır almasını bekler. Süreç içerisinde tikel unsurları itibarıyla bazı değişimler gözlemlenmekle birlikte, İslam’ın ilkeleri insanı korumaya matuftur. Esasen dinin temel hedefi insandaki yetilerin gelişmesini sağlamak, onun fücur tarafının törpülenerek takvasını hayatın içine doğru yaymasını sağlamaktır.”

Kur’an-ı Kerim’de adı geçenlerin dışında sayıları net olmamakla birlikte her millete bir peygamber gönderildiğini bilmekteyiz. Peygamberlerin bir işlevi de kendi zamanlarına kadar statikleşmiş, donuk hale gelmiş; dolayısıyla da temel amaçlarından uzaklaşmış dini söylemi tekrar hatırlatmak ve o günkü sosyal, siyasal konjonktürde bu söylemlere hayatiyet kazandırmaktadır. Buradan yola çıkarak süreç içerisinde dinlerin statükolaşmasından bahsetmek mümkündür. Böyle durumlarda her seferinde “dinin temel hedefleri”ni (mekasıd) tekrar tekrar sor(gula)mak kadar din adına ortaya konulanların da bu hedefleri sağlayıp sağlamadığı konusunda analiz yapmak gerekmektedir.

Burada dinlerin kurumsallaşması sürecine de özellikle dikkat çekmek isteriz. Söz gelimi; Hz. Peygamber (SAV) döneminde statükoyu çözmek üzere Kur’an’ın söylemleri bir heyecan üretirken henüz bir kurumsallaşma yoktu. Öyle ki, insanların mustarip olduğu sosyal, siyasal, ekonomik çelişkileri çözündürmek üzere yaptığı sorgulamalar toplumda hep karşılık bulmaktaydı.

Medine dönemine geçildikten itibaren yavaş yavaş kurumsallaşma başladı ve nihayetinde ilk birkaç asırda gerek devlet, ekonomi, sosyallik, gerekse ilimlerin tedvini anlamında bu kurumsallaşma epey ileri düzeyde bir yapılaşma göstermiştir. Elbette burada her bakımdan oluşan kurumsallaşma, İslam’ın en başta insana ve dünyaya dair temel hedeflerini gözetmekteydi.

Fakat süreç içerisinde temel hedeflerin o günkü sosyal formlarda dondurulması söz konusu olmuştur. Bu sosyal formların dönem değiştikçe hedefleri sağlayıp sağlamadığı düşünsel dinamiklerle sağlanabilmektedir. Bu yapılmadığı taktirde eski formlarla yeni dönemler kotarılmaya çalışılmaktadır sürekli.

Aslında başlıkta geçen “nominal islam” kavramı, bugün için İslam’ın temel amaçlarını sağlasın ya da sağlamasın tüm islami görüntüleri tanımlamak üzere kullanılmaktadır. Gündelik hayata ve sosyal medyaya bakılırsa, nominal islama dair ciddi bir savunu görmek mümkündür. Fakat maalesef bu nominal İslam’ın temel amaçlardan ve “insan”dan boşandırıldığı bariz görülmektedir. İçinde insanın olmadığı hiçbir şeye hikaye yazılamıyor. Yazılamadığı oranda İslam’ın bu topraklara dair iddiası da içeriksizleşiyor.