Nimet ve şükür
Verilen nimetlere şükretmek gerek. Tasavvufun temelinde “şakirin” olmak, yani “şükredenler” safında durmak esastır. “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” buyrulmuştur Allah’a şükretmeyenin hâli malum. Büyüklerimiz, “Nimet şükür görmezse, gider!” diyerek bizi ikaz etmişlerdir. Allah bizi nankörler zümresinden eylemesin. Geçen hafta yazdığım “Nerden Nereye” başlıklı yazım ilgi gördü. Orada geçmişte ülkemizde yaşanan fukaralık ile bugün gelinen noktayı anlatıyor, mukayeseler yapıyor, Türkiye’deki maddi ve manevi inkişafı dile getiriyordum. Yazı, geniş kesimlerin hislerine tercüman oldu. Buna sevindim.
Nimet’e şükür. Ama niçin? Çünkü tarih kitaplarında
artık ecdadımıza hakarette bulunulamıyor, padişahlarımıza iftiralar atılmıyor.
Okul ders kitaplarında değerlerimize saygı var. İnsanımız göğsünü gere gere “Ben
Müslümanım” diyebiliyor, inancını yaşayabiliyor, cuma namazını korkusuzca ve
açıkça kılabiliyor. Çünkü başörtülü kardeşlerimize, Kur’an Kursu talebelerine,
İmam Hatip öğrencilerine, ilahiyat talebelerine kimse üstten bakamıyor.
İnsanımız fikrini ifade edebiliyor, rahatlıkla hislerini seslendirebiliyor, en
önemlisi inancını yaşayabiliyor.
Niçin şükür? Zira dindarlara, millî ve manevi
değerlerine bağlı vatandaşlarımıza hiç kimse yan gözle ve tepeden bakamıyor,
eski yaygın statüko yerle bir oldu. Vesayetler dönemi bitti, dış müdahalelere
yiğitçe direniyoruz. Emperyalist ülkeler, utanmadan, sıkılmadan “Cumhurbaşkanı
seçilmesin.” diyor. Rezilliğin dikâlâsı! Onların derdi bizim bağımsız oluşumuz.
Şimdi kendi otomobilimizi, tankımızı, uçağımızı, helikopterimizi, etkili
silahlarımızı yapıyor, savunma sanayiinde muhteşem bir dönemi yaşıyoruz.
Gençlerimiz bu coşku, heyecan ve şevk içinde. Kendilerine güvenleri arttı, komplekler
bitti.
Halkımızı aşağılayan bazı sefil sözde sanatçı
müsveddelerinin hükmü kalmadı. Basındaki baronların borusu ötmüyor. Yazılı ve
görüntülü medyada giderek gerileyen gayr-ı millî unsurlar ve “fondaş
gazeteciler”, şimdi internetin arkasına sığınarak zehirlerini bu mecradan kusuyor.
Günün sonunda da hukuk önünde hesap veriyorlar. Kurumlarımız artık dışa bağımlı
değil. Özümüzle, sözümüzle dünyanın önündeyiz. Karadeniz’deyiz, Akdeniz’yiz,
Karabağ’dayız, Suriye’deyiz, Irak’tayız, Libya’dayız, Bosna’dayız. Yarın öbür
gün inşallah Kırım’da da olacağız, Doğu Türkistan’da da! Türk Devletleri
Teşkilatı dünya siyaset tarihinde dönüm noktası, aynı zamanda Turan’ın
miladıdır.
Bazı paçavralar saldırsa da Diyanet görevini yapıyor
ve 4-6 yaş arasındaki yavrularımıza Allah’ın kelamını öğretiyor. Risale-i
Nurlar basılmıştı, yeniden neşrediliyor. Bediüzzaman’ı istismar eden
sahtekârlar, utançlarıyla, ayıplarıyla ve günahlarıyla kalakaldı. Celladına
âşık olan bu güruh, “üstad”ın kemiklerini sızlatıyor. Milliyetçilikten uzaklaşıp
ulusalcı çizgiye gerileyen bir kesim de 1944’te Türkçülere kimin işkence
yaptığını bile bile susmayı tercih etti. En acısı ise, beslendikleri kaynakları,
klasiklerimizi unuttular. Kendi mütefekkirlerini, romancılarını şairlerini
okumuyorlar. Çünkü o eserlerde zülf-ü yâre dokunuluyor. Kirli politika aşkı, kutlu
davaya galebe çaldı.
Bazı “nankör muhafazakârlar” birkaç iskemle uğruna PKK
ve FETÖ tehlikesine bile göz yumuyor. Atılan çirkin nağralara ses
çıkarmıyorlar. Onlara birkaç soru sormak istiyorum: Cumhuriyet devri
âlimlerinden Nursi’ye, Tunahan’a ve Arvasi’ye eziyet edenler kimlerdi?,
Milliyetçileri, Türkçüleri tabutluklara tıkıp eziyet edenler hangi partinin
mensuplarıydı? Bugün tercihlerinizle, bağlandığınız fikir öncülerinizin ve
kanaat önderlerinizin, inanç büyüklerinizin kemiklerini sızlatmıyor musunuz? Hâliniz,
içinize siniyor mu? Bunun vicdan azabını duymayacak mısınız? Bu çelişkiyi
ileride çocuklarınıza, torunlarınıza nasıl izah edeceksiniz? 15 Temmuz
Destanı’nı yazan aziz milletimizin diriliş ruhuyla alay eden, o tarihî akşamı “tiyatro”ya
indirgeyenlerle sürdürdüğünüz bu âşıkdaşlığınızdan dolayı hicap duyacak
mısınız?
Sağ yelpazede yayın yapan dört ceride var. Manşetleri,
haberleri ve köşe yazıları neredeyse aynı tornadan çıkıyor. Belli ki aynı
yerden talimat geliyor. “Pravda” olarak bilinen süfli gazete ile omuz omuza, milletimizin seçtiklerine hakarette
yarışıyorlar. Hatta yurtdışındaki emperyalist gazete ve dergilerle benzer doğrultuda
yayın yapıyorlar. Şüphesiz bu omurgasızlık acınacak hâldir. “Zarara rızasıyla
girene merhamete edilmez.” Islahları için onlara dua edebiliriz.
Elbette herkes tercihinde hürdür, siyaset dünyasında dilediğini
destekleyebilir. Ancak şunu unutmayalım: Dinî sahadaki kazanımlarımıza halel
gelirse buna sebep olanların vebali, günahı büyük olacaktır. Ahirette de hesabı
vardır. “Köprüden son çıkış” vaktidir. Millî hafıza hatırlanıp eller vicdanlara
konulmalı, sonra karar verilmelidir. Pazar günü tarihî bir seçime gidiyoruz. Cumhuriyet’in
en büyük İslam âlimi demişti ki: “Bu asil Türk milleti ihtiyarıyla (iradesiyle)
o partiyi (CHP) kat’iyyen iktidara getirmeyecek.” Bu soylu millet, 77 yıldır
getirmedi. Bundan sonra da aynı kararlı duruşuna devam edecektir.