Nidayi Sevim
Giderek şu kanaate varmaya başladım. Çok fazla kitap okumak yerine iyi yazarların emek mahsulü eserlerini birkaç sefer okumak çok daha doğru bir tercihtir. Kemiyet-keyfiyet meselesi işte tam da bu noktada devreye giriyor. Onun için herkes, mümtaz yazarların seçkin kitaplarıyla haşir neşir olmalı, onların eserleriyle âdeta yatıp kalkmalıdır. Zira şu fani dünya hayatında ömrümüz, bütün basılmış kitapları almaya, okumaya ve anlamaya yetmiyor.
Nidayi
Sevim ismini duydunuz mu bilmiyorum? Ömrünü medeniyetimize adamış bir gönül
insanıdır. Kendisini yetiştiren ve geliştiren bir kültür adamı. ‘Hüdayinabid’diye
adlandırılan, kendi kendine açan çiçekler gibi bir bakıma kendi kendini sulayan
ve besleyen bir araştırmacı yazar oldu. ‘Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları’
olarak tanımladığı mezar taşlarımızdaki yazıları hakkıyla okuyabilmek için
Osmanlı Türkçesini ve Arapçayı öğrenen bir azmin ve tecessüsün sahibi. İlk
alakası kabir taşlarına oldu. Toplum olarak ihmal ettiğimize inandığı mezar
taşlarına sahip çıkarak araştırmalarına başladı. Başta Eyüp Sultan olmak üzere
diğer tarihî kabristanları, türbeleri ve hazireleri dolaştı. Ortaya kıymetli
bir eser koydu: Medeniyetimizin Sessiz
Tanıkları. Bu özel kitap, neşredildiğinde ilgiyle karşılandı; bu alakayı da
ziyadesiyle hak ediyordu.
Sonra
arkası geldi. Bu lokomotif kitabın peşine diğer eserleri de takıldı: Medeniyetimizde Toplumsal Dayanışma ve
Sadaka Taşları, Osmanlı Mezar Taşlarında
Manzum Metinler, Yer Gök Medeniyet,
Medeniyet Söyleşileri, Şehir ve Şuur, Keşf-i İstanbul (üç cilt), Yadigâr-ı
İstanbul. Ve yeni çıkan Efsunlu
Güzellikler Şehri İstanbul. Şayet İstanbul’a sevginiz, mezar taşlarına
muhabbetiniz, camilere aşinalığınız, medreselere ünsiyetiniz, sadaka taşlarına,
hayranlığınız, sebillere sadakatiniz, hazirelere hürmetiniz varsa bunları okumak
istersiniz. Akıl Fikir Yayınları tarafından neşredilen bu eserlerin bütününde
bizim öz be öz kültür mayamız, irfan dünyamız ve yüksek medeniyetimiz vardır.
Sivil
toplum kuruluşlarına da yakınlık duyan Nidayi Sevim birçok değerli ismi
birleştiren, yüzlerce mühim faaliyete (Başta Bâbıâli Sohbetleri ve ESKADER
Ödülleri) imza atan Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin de
kurucu üyelerindendir.
Gelelim
Efsunlu Güzellikler Şehri İstanbul’a.
Sanırım Nidayi dostumuz, kitabın adını Yahya Kemal’in bir şiirindeki mısraından
alıp kullanmıştır. Bu da elbette hakkıdır. Zira İstanbul’a sevdalı olanların
ortak kaygıları, benzer lütufkâr sözleri ve ümitleri vardır Dersaadet hakkında.
Kitapta İstanbul âşığı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu veciz sözü de yer alıyor:
“İstanbul, büyük mimari eserlerinin olduğu kadar küçük köşelerin, sürpriz
peyzajların da şehridir. Hatta iç İstanbul’u onlarda aramalıdır.”
Kitapta
Mısır Çarşısı’ndan yola çıkılıyor. Arada Büyük Postane, “Eyüp Sultan’da Bir
Kalendarhane” var. Sonra tekkeler, dergâhlar anlatılıyor. Bazı camiler, tarihî
mezarlıklar, sadaka taşları resm-i geçitte sanki. Kitaptaki bazı bölüm adları
esasen muhtevalarını da yansıtıyor. Mesela şu iki başlık gibi: “Fizikle
Metafiziği Kucaklaştıran Medeniyet” ve “Dedelerimizin, Ninelerimizin
Yaşanmışlıklarını Biriktirmek Gerek”.
Arada
müşterek dostlarımız da var kitapta anlatılan. Olcay Yazıcı ve Asım Gültekin
gibi. Genç yaşlarında ebedî âleme uğurladığımız Yazıcı ve Gültekin hakkındaki
hislerini ve düşüncelerini anlatıyor Nidayi Sevim. Biri, Türk edebiyatımıza birbirinden
güzel şiirler, denemeler, röportajlar ve yazılar bıraktı. Diğeri de hepimize
idealizmi, mefkûreciliği, dertlerimizi ve sevdamızı emanet etti. Evet Olcay
Yazıcı ve Asım Gültekin unutulmayacak müstesna değerlerimizdendir. Onları
nisyana terk etmek günahtır, vebaldir. Hatıralarına, fikirlerine ve eserlerine
sahip çıkılmalıdır.
İnsan
bazı dostlarının saklı yönlerini hemen fark etmiyor. Doğrusu ben de Nidayi Bey
kardeşimin şiir yazdığını bilmiyordum. Kitapta “Susmuşlar Diyârı” başlıklı bir
şiiri var. Şiir bir bakıma Eyüp Sultan Kabristanı’nda yatan meşhurların kısaca
anlatıldığı bir gönül manzumesi. “Eyüp Sultan’da, / İki dünya arası, /
Susmuşlar diyarında, / Öteler ötesinden esen, / O uhrevî havaya/ Bırakalım
kendimizi bir zaman…” diyor şairimiz. Bu şiirde mezarlıkta ebediyete göç etmiş
büyüklerimizin hikâyesi var. Kısa, öz ve anlamlı. Şiirin son mısralarıyla
feyizlenelim: “Bahariye yamacında, / Hayat ile ölüm arasında, / Vardığımız bu
son durakta, / Söz, mezarı kaybolan şair, Ziya Osman Saba’da ‘Ölüler! Hepimiz
için yalvarın Allah’a…’Nidayi Sevim’in eserlerinden öğreneceğimiz çok şey var.
Öyleyse kitaplığımızda, bu inci-mercan değerindeki eserlere de niçin yer
açmıyoruz?