Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Niçin emekli olamıyoruz?

Galiba yaşlılığın verdiği hüznün eleminden olmalıdır.

Bir taraftan bunca emeğin sanki emekli olmakla heba olunacağı düşüncesi bizi sarar, diğer taraftan onca kalabalıklardan bir anda soyutlanmanın verdiği yalnızlık korkusu zihnimizi kaplar. Hele yapılacak işlerin daha bitmemiş olmasının verdiği vehim ise hepimizin gerçekliği gibidir. Bunca yılın birikiminin tekaüt olunca boşa gideceği zannı hakikaten yerimizi başkalarına bırakmaktan alıkoyuyor bizi.

Mesela bir tıp profesörünün gönüllü emekliliği hem de 55 yaşından hemen sonra olması Türk tıp tarihinde görülmemiş olabilir. Çünkü genç tıbbiyeliye adımını tıp fakültesinden içeriye attığı günden itibaren kendilik nesnesine ait olmayan bir ben giydirilir ve şişirilmeye başlanır. Akademik kariyer başladı mı bu ben artık ulaşılmaz ve erişilmez olmaya doğru yol alır. Profesör olunca benin harici vücudu kemale erer. Emekliliği gelince vaz geçilmezdir ve onu oradan indirene aşk olsun. Halbuki taş yerinde ağırdır. Yeni gelecek genç hekimlerin önü açılmalıdır. Kendisine olan hürmet de böylece baki kalmalıdır.

Mesela diğer fakültelerdeki profesörlerin de gönüllü emekliliği vaki olmayabilir. İlmin nihayetsizliğinin ve sürekli gelişiminin yanında kendi tükenmişliklerini görmezler. Gençlerin önüne kadastro taşı gibi dikilip dururlar. Mütekait olmayı bir kenara itilme ve bilim insanına vefasızlık olarak görme eğilimindedirler. Kendilerini vazgeçilmez addederler. Hele zor zamanlardan ve zulümlü yollardan gelmişlerse okunamaz emekliliğin esamisi onlar için. Halbuki zamanında emekli olsalar onlara dair her hatıra baki kalır. Tecrübelerinden daha çok istifade edilir.

Mesela öğretmenler de gönüllü emekli olmayı pek istemezler. Eski öğrendiklerini devam ettirirken onca zorluklarla karşılaşırlar. Yenilenmek için geç kaldıklarını da bilirler lakin emekli olmazlar. Ya ilmin heyecanı ve öğrencilerinin onları sürekli hatırlamasındandır ya emekli olunca oluşacak boşluğu ne ile dolduracaklarını bilmediklerindendir ya da geleceğe dair planlarını tamamlayamadıklarındandır emekli olamayışları. Halbuki onlar gönüllü emeklilik yaşına geldiklerinde vereceklerinin tükendiğinin farkında olmalıydılar.

Müdürlerin ise hangi kurumda olursa olsun emekli olma durumları hiç vaki değildir sanki. Her defasında bir üst müdürlüğü hedefe koymuşlardır. Mesela okulda bu iş yardımcılıkla başlar. Okul müdürlüğü ile merdivenin basamaklarına tırmanılır. Sonra ilçe, il derken ta bakanlıktaki genel müdürlüklere kadar gider. Merdiven sendromu başlamıştır. Artık aşağıya bakma durumu yoktur, yukarılara bakılır. Eeee buna da ciddi bir ömür lazımdır. Emekliliği hak getire. Bütün özel ve resmi kurumlardaki müdürlük koltuğunda oturanların çoğu bu moddadır zannımca.

En çabuk emekli olmayı isteyenler imamlardır sanki. Çünkü sürekli aynı statüde kalmaktan ve istenilen dünyalığa ulaşamamaktan yorulmuşlardır. Onların bu emeklilik isteğinde sürekli kitapla meşgul olmalarının da payı büyük olabilir.

Zorunlu ya da gönüllü emekli ol(a)mayanlar galiba politikacılardır. Çünkü siyasetin tek kapısı vardır. Girilir ama çıkılmaz. Her 4 veya 5 yılda bir yüzlerin görünen tarafı yenilenir gibidir. Ama onların da içten içe yıpranan tarafları çoktan tekaütlüğü hak etmiştir. Canları tenlerine söz geçiremediğinden emekliliği hep ertelerler vatan ve millet adına!

Aslında emeklilik her kemalin zevali ve zevalin de kemali gibi bir şeydir. Kainatta cari olan bu kanun, yaratılıştaki güzelliğin ve yenilenmenin bir gereğidir. Say-sıhhat-istirahat arasında insanın yolculuk idrakinin yaşayarak öğrenilmesi evresidir.

Emekliliğe direnmemizin bütün bunların yanında en trajik tarafı da bizi saran yalnızlık korkusudur. Ona karşı önlemimizi gençken, zihni ve bedeni sağlığımız yerindeyken almamış olmamızdır. Şairin dediği gibi bu korku bizi ciddi istila etmiştir.

Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde
Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı

Bu yalnızlığın temel sebebi, bizde olan ama bizim gibi olmayan, sürekli bize veren, lakin bir şey istemeyen, ondan ayrılsak da sadakatiyle verdiklerini geride bıraktıklarımıza da aktaran bir dostu kazanamamış olmamızdır. En iyi arkadaşımızı bu yaşlarda kazanamamışsak emeklilikte ya sürekli televizyon başında geçiririz bu kalan ömrü ya sızlanarak ve hep başkasının kapımızı açmasını bekleyerek geçiririz. Çok azımız o arkadaşı elde ettiğimiz için kimseye mihnet etmeden veya yük olmadan yaşar ömrün bu geri kalan kısmını. Bu anlayışla emeklilikle beraber gelen ömrün bu güzel kısımlarını ya bir yük addederiz ya da en iyi arkadaşımızla geçireceğimiz hoş vakitler için fırsat biliriz.

Sanırım hepiniz fark etmişsinizdir en iyi arkadaşın kim olduğunu. Tanıştığımız ilk andan ayrıldığımız son vakte kadar bizden hiçbir menfaat devşirmeyen ama sürekli bize menfaat temin eden arkadaşımızı. Zekanın fotoğrafları ve hayat yolculuğumuzdaki mesut arkadaşımızı. Ellerimiz kendisine uzandığında bütün kapılarını bize açan kırk odalı sarayların sihirli anahtarının kendisi olduğunu söyleyerek bize kendisini teslim eden ve bizden bir şey beklemeyen samimi dostu. İki kapak arasına sıkıştırılmış deha dünyalarını zihni egzersizimize karşılıksız bırakanları. Candan bir dost, sürekli seven bir sevgili, erdem ve hikmet sahibi bir baba, yalnızlık ve mutsuzluğumuzu gideren bir anne gibidir bu bahsettiğim şey.

Son çalışmalar insanın 55 yaşında emekli olunca hayallerini gerçekleştirebileceğini, yaş ilerleyip emeklilik ertelendikçe başkalarının hayallerini gerçekleştirebileceğini söylüyor.

İyi ki zorunlu emeklilik var, yoksa biz gönüllü emekli olamayacağız. Şükürler olsun ki bazı mesleklerde bu emeklilik rütbeyle sınırlı hepimizde yaşla. Alimallah bizim isteğimize bırakılsa mezara kadar çalışacağız. Ama ne çalışma, ne çalışma!

Biliyorum emekli olmak istemeyenlerin hala söyleyecekleri şeyler var. Lakin yeni şeyler söylemek isteyenlerse gittikçe sabırsızlanıyorlar.