Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2436.01
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Nezaket

Yaşamın anlamlı varlığı için bir kaç şey hayatidir. Bunların başında nezaket gelir.

Nezaket medeniyetinin estetik düşünen fertleriydik. Bu, yaşamın her anına yansırdı. Anne rahminden kabrin rahmine düşene kadarki yaşam sürecimiz nezaket zanaatıyla ilmik ilmik dokunurdu. Dilin kullanımı ise nezaketin sergilendiği en tatlı ve göz alıcı tarafıydı. Ne olduysa oldu. Uzun bir zamandır hayatımızdan nezaketli davranış ve arkasındaki değer olan estetik duruş gitti. Herkes şikayete başladı. Nezaketli davrananlarsa parmakla gösterilir oldu. Mümkün olsaydı onlar korunmaya alınırdı.

Abdülhak Hamit Tarhan, 1920'lerde yaşadığı bir tramvay vakasını Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na anlatır. Yakup Kadri bu olayı yıllar sonra (1956'da) Tercüman gazetesinde Toplum Terbiyesi adıyla biraz üzgün, biraz da kırgın olarak gazete köşesine taşır.

Karaosmanoğlu, zaman ilerledikçe nezaketin cemiyet hayatından nasıl uzaklaştığını dile getirir. Batıyla temas edenlerin bu nezaketsizlik trajedisini daha derin yaşadığını söyler. Bir medeniyet dili olan Türkçe'nin kullanımındaki hoyratlığı ve nezaketsizliği kendi de yaşayınca Abdülhak Hamit Tarhan'a ne kadar hak verdiğini ifade eder. Gençlik yıllarındaki o şaşkınlığın bu yaşlarda dönüştüğü estetik beklentiyi açıklar. Kurumlarda, cemiyet hayatında hatta komşuluk hayatında insanların yaşı ile ilgili pervasız ve mizansız sorular sorulmasına bilhassa insanları olduğundan daha farklı kimliklere evirecek hitapta bulunulmasına çok incinir. Bir medeniyet mukayesesi yaparak Abdülhak Hamid'in öfkesinin sebebini izah eder. İnsanların bu coğrafyada kendilerini yaşlı hissettiklerini söyler.

Çünkü, Avrupa'da insan ihtiyarlamaz; ihtiyarlasa da ona ihtiyar denilmez, yaşının ileriliğini telmih edecek sözler söylenmez, muameleler yapılmaz. Hamit de bütün gençliğini o medeniyet diyarında geçirdiği için, memlekete dönünceye kadar yaşlandığının farkına varmamıştı. Bahusus ki, yanında kendisinden 40 yaş daha genç ve kendisini seven bir hanımı vardı.

İşte, Belçika'dan İstanbul'a dönüşünün ilk hafta veya aylarında Hamit, tramvaya binerken, arkasından birinin kendisini itip kakıştırdığını hisseder; hiddetle arkasına döner; -zira Avrupa, hele Londra'da böyle bir hadiseye imkan bile verilemez- maksadı herifi nezakete davetmiş, fakat tam ağzını açacağı anda bir de ne işitir:

-Af edersin, Beybaba!

Bunun üzerine, şair büsbütün öfkelenir ve bu garplı hiddetine eski şarklılık tuzunu, biberini katarak şöyle bir mukabelede bulunur:

-Efendi! der, "Ben valideniz hanımefendiyle hiçbir yerde müşerref olmadım!.."

Bunu kendi ağzından dinlediğim sıralarda, ben henüz 23, 24 yaşındaydım. O hadisede, Hamit'i bu derece kızdıran keyfiyetin ehemmiyetini pek anlayamamıştım. Meğer, anlamak için 40 yıl beklemem lazım gelecekmiş.

Aradan yıllar geçer. Yakup Kadri, Zoraki Diplomat olarak yurtdışına gönderilir. Uzun bir müddet orada kalır. Yaşı ilerlemiş ve Avrupa kültürüyle temas etmiş biri olarak memlekete döner. İstanbul'un kibarlığında Avrupa görmüş bir kibar olarak cemiyete karışır. Ancak o da hayal kırıklığı yaşamaktadır. Karaosmanoğlu bu durumu aynı yazıda şöyle anlatır:

Tıpkı Hamit gibi, Avrupa'da uzun bir ikametten sonra İstanbul'a dönüşümde bütün sokak halkı beni u201fBeybaba" diye karşılamıştı. Evet, taksi şoförleri, otobüs biletçileri, manavları, bakkalları ve hatta polis memurlarıyla bütün bu şehir halkıyla, benim aramda ilk adımımdan itibaren böyle bir içli dışlılık hasıl oluvermişti. Zira, ben de, çok geçmeden, her rast geldiğime u201fOğlum!" demeğe başlamıştım.

İki yazarımız da nezaketsizliğin insana yaşattıklarını ironiyle ortaya koyarlar. Nezaketin yaşama sevinci verdiğini söylerler. Örneğin Avrupa'da çoğu yerde özellikle kurumlarda insanların bey veya beyefendi, hanım veya hanımefendi, siz vb. hitap kelimelerini kullandıklarını belirtirler. Nezaket medeniyetimizin menşei olan bu davranışların artık kullanılmamasının verdiği huzursuzluğu ortaya koyarlar.

Bu hatıratı okuyunca her iki mühim şahsiyetimize hak vermiştim. Fakat biraz abartılı tepkilerdir demiştim.

Vaktaki cemiyetin kucağına ve kurumların ocağına düştük. Resmi veya gayri resmi yerlerde yaşamın gereklerini yerine getirmeye çalıştık. O zaman bütün toplumun bunlar gibi bir derde giriftar olduğuna şahit olduk. Aradan neredeyse 100 yıl geçmiş. Ne Abdülhak Hamit'in öfkesini dindirecek bir mesafe kaydedilmiş ne de Yakup Kadri'nin istihzasını bertaraf edecek bir yol alınmış.

Kurumlara gidince ekseriyetle ya buyur amca veya dayı karşılar bizi ya da buyur teyze veya abla hatta nine. Sen zamiri ise herkesin dilinde pelesenktir. Bizler ise ne Abdülhak Hamit gibi valideniz hanımefendiyle hiçbir yerde müşerref olmadım demeye, ne de Yakup Kadri gibi her rast geldiğimize u201fOğlum!" demeye cesaret ediyoruz. Kurumlardan ve kuruluşlardan hatta cemiyetin kucağından moralimiz bozularak ocağımızın yolunu tutuyoruz.

Evet nazik ve estetik olan hayat çarşısı gürültülü bir kaba demirci alış veriş merkezine dönüştü. Ekranlardan kurumlara kadar neredeyse her yerde insanın nezaketi örselenmekte ve yaşama arzusu estetik olmayan kinestetik yani kas hareketleriyle karşılık görmektedir. Nezaket sahibi olanlara kös kös bakıvermektedir.

Uzun yaşamak için değil, iyi yaşamak için nezaket efendim, nezaket.