Neyi paylaşamıyoruz?
Cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz ama insana cinnet getirtecek hadiseler yaşıyoruz. Cennetle cinnet arasında gidip geliyoruz. Allah’ın bahşettiği bütün güzellikleri üzerinde taşıyan eşsiz bir coğrafyayı kendimize vatan edinmişiz ama kıymetini bilmiyoruz. Çünkü resmin bütününe bakmayı bilmiyoruz. Resmin bütününe bakıldığında aslında görünen o ki, bu ülke herkese ziyadesiyle yeter de artar bile. Hiç kimseyi aç bırakmaz, açıkta bırakmaz. Evvelallah bir 80 milyonu daha bağrında doyurur ve besler. Ama gel gör ki insan oğlu şükürsüz, nankör, aceleci ve müsrif.
Memleketin neredeyse yarısını bilfiil karayoluyla dolaşmış birisi olarak şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, Allah başka memleketlere vermediği zenginliği ve güzelliği Anadolu coğrafyasına vermiş. Ben bu coğrafyanın hem fiziki özellikleri, hem de sosyal-tarihi dokusu itibarıyla yaratılıştan torpilli olduğunu düşünenlerdenim. Allah (cc) resmen bize büyük bir ikramda bulunmuş ve vatan olarak bu coğrafyayı bizlere bahşetmiş. Mesela şu mevsimde Bolu’ya gidiyorsunuz beyazlara bürünmüş bambaşka bir kış güzelliği ile karşılaşıyorsunuz. Abant gölünün kar örtüleriyle çerçevelenmiş güzelliği sizi mest etmeye yetiyor. Gece yola çıkıyor Muğla’ya iniyorsunuz, Dalaman’ın eşsiz koylarında çok rahat denize girebiliyor, masmavi koylarda dinginliğin ve huzurun neşesini yakalayabiliyorsunuz. Oradan Karadeniz’e doğru uzanıyorsunuz yaylasıyla, deniziyle, bitki örtüsüyle bol yağmurlu, ılıman, yemyeşil bir coğrafya sizi sarıp sarmalıyor.
Oradan İzmir’e geçiyorsunuz; ılıman, sakin, insanın içini ısıtan ve baharı müjdeleyen bir letafetle karşı karşıya kalıyorsunuz. Ege’nin berrak ve sakin suları hayatın her zaman fırtınalı olmadığını söylüyor. Biraz yukarı, Çanakkale, Saros Körfezi ve Gelibolu yarımadasına doğru tırmandığınızda cennetin dünyadaki temsiliyle burun buruna geliyor, Allah’ın bu ülkeye ne büyük bir lütufta bulunduğunu bir kez daha teyit ederek oradan güneydoğuya Mardin’e, Urfa’ya uzanıyorsunuz.
Bir anda iklim, coğrafya ve tabiat değişiveriyor. Uçsuz bucaksız ovalar, tarihin en eski dönemlerine şahitlik etmiş, dünyanın ilk şehirlerinin kurulduğu peygamberler diyarı bir coğrafya sizi büyülüyor. Kendinizi Mezopotamya’nın büyülü kucağında buluveriyor, doğunun ilim, hikmet, irfan ve medeniyet ikliminde kah serinliyor kâh ısınıyorsunuz.
Her şey yetişiyor memlekette çok şükür. Saymaya kalksak bitiremeyiz. Fındık, çay, tütün, domates, salatalık, patlıcan, marul, ıspanak, lahana, pazı, fasulye, karpuz, kavun, buğday, arpa, nohut, ayçiçeği, zeytin, mandalina, muz, portakal, kivi, greyfurt, üzüm, incir, kayısı, fıstık, nar, gül, safran, avokado, dut, kestane, iğde, kuşburnu, şeftali, kızılcık, armut, ayva, muşmula, çilek, ahududu, böğürtlen, yaban mersini, bergamot, limon, yenidünya, muşmula, keçi boynuzu, papaya, hurma, mango… saymakla bitmez…
Üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemin o eşsiz coğrafyasını adeta birer kan damarı gibi dolaşan nehirlerimiz, çaylarımız, ırmaklarımız var… Kızılırmak, Yeşilırmak, Botan, Bakırçay, Fırat, Dicle, Seyhan, Gediz, Posof, Sakarya, Zapsuyu, Devrez, Çoruh, Manavgat…. Daha yüzlercesi… Ve bu ırmakların, bu nehirlerin suladığı, bin bir çeşit meyve ve sebzenin yetiştiği yemyeşil ovalarımız var… Menderes, Amik, Çarşamba, Sakarya, Harran ve daha niceleri, saymakla bitiremiyorsunuz… Eeee, madenlere, yer altı sularına, dağlara, ormanlara, göllere, yaylalara, kumsallara, mendereslere, platolara, barajlara, akarsulara, tarihi eserlere, antik kalıntılara, camilere, müzelere, saraylara geçelim mi ne dersiniz? Bence geçmeyelim, çünkü saymakla bitiremeyeceğimiz büyük bir zenginliğin üzerinde yaşıyoruz.
Gelelim sadede. Peki neyin derdindeyiz? Neyin peşindeyiz? Neyin kavgasını veriyor, neyi paylaşamıyoruz? Allah bunca nimeti kucağımıza atmışken biz neyin peşindeyiz? Kendimizi sıgaya çekme, sorgulama zamanı gelmedi mi artık? Bu ülkenin zenginliği hangimizi doyurmaya yetmez? Bu ülkedeki güzellikler hangimizin refahına gölge düşürür? Aksine elimizdeki nimetler asırlarca bu topraklarda yaşamak için yeter de artar bile. Anadolu’yu binlerce yıl daha vatan olarak elde tutmak için neyimiz eksik? Peki biz neyin derdindeyiz? Günlük politik kavgalar, siyasi çekişmeler, dünyalık için azgın bir rekabet ve tamahkârlık, gözü doymaz bir hırsla mala mülke saldırmak, serveti tabana yaymaksızın belli başlı zümrelerin eline sıkıştırmak, terör yoluyla bu güzel vatanı emperyalistlere altın tepside ikram etmek, mezhebi ayrımcılığı, etnik farklılığı körüklemek, bu toprakların kurucu unsuru olan yüce değerleri suiistimal etmek… Bütün bunlar neyin nesi? Elimizi başımızın arasına koyup düşünme zamanı gelmedi mi? Çok büyük bir zenginliğin üzerinde oturuyoruz ama hainlikte, nankörlükte, ifsad ve fitnede sınır tanımıyoruz. Allah sonumuzu hayreylesin.