Neyi biliyoruz?
Günümüz bilindiği üzere çok farklı
isimlendirmelerle karakterize edilmeye çalışılmaktadır. Söz gelimi;
Post/modernlik, küresel çağ, bilgi toplumu, dijital dönem vb. Aslında
saydığımız ve sayamadığımız bir çok niteliklerden bir parça taşıyor içinde
yaşadığımız çağ.
Bugün dile getirilen önemli
iddialardan birisi insanların artık çok rahatlıkla bilgiye ulaşabilmeleri
sebebiyle birçok şeyi bilebilmeleri. Doğrusu ben bu iddiaya ya da teze farklı
gerekçelerle tamamen katılamadığımı beyan etmeliyim. Bu minvalde insanlar
gerçekten bilgiye ulaşabiliyorlar mı? Ulaştıkları ne tür bilgiler? Bu tezi
dillendirenlerin temel gerekçesi ise artık internete erişimin kolay olması,
insanların gece gündüz bilgiye ulaşabilmesi gibi görünmektedir.
Matbaanın icadından önce gündelik
hayatın bilgisi dışında Batı’da bilgiye erişimi olanlar büyük oranda din
adamlarıydı. Bugün bile hala varlıkları dikkat çeken devasa kilise
kütüphaneleri bu hizmeti görmekte idiler. Kilisenin matbaa makinasına rezerv
koyması, hem bilgi-iktidar ilişkisi hem de bilginin kitleye yayılması gibi iki
ana hususa müstenittir. Aslında bu iki husus sadece Batı’ya özgü olmayıp İslam
dünyasında da görülmüştür.
Bugün bilginin kitleye yayıldığı
doğrudur. Nitekim bu dönemi nitelemek üzere “Bilgi Toplumu” ifadesinin kullanıldığını
belirtmiştik. Üstelik kitleye yayılan bilgiler çok farklı kanallardan
yayılırken, insanların tercihlerine sunulması da olumlu bir durum olarak
zikredilebilir. Elbette bilgiye farklı vasıtalarla kolayca erişim beni de bir
kitap okuyucusu olarak memnun eden bir durumdur.
Fakat
tam da bu noktada bilgi-iktidar ilişkileri devreye girmektedir. Çoklu
kanallardan haber ve bilgi akışları ile “doğru bilgi”ye ulaşılabileceği
meselesi burada manipülasyonlara uğramaktadır. Meseleyi sadece bir ülke bazında
değil, global bir dünya ekseninde düşünmek gerekiyor. Çünkü haber ve bilgi
ağları ile akışı bu büyük çeper içinde bugün kendi döngüsü sağlamaktadır.
Michel Foucault
neredeyse bütün eserlerinde bilgi-iktidar ilişkilerini bir şekilde analiz
etmektedir. İktidar (ki burada global düzeyde tüm iktidar biçimlerini
düşünelim) bilginin içeriği, ulaşacağı sınırlar ve nihayetinde oluşturulması
gereken etkileri de hesap ederek bir bilgi ağı ve içeriği kurmaktadır.
Dolayısıyla özellikle internet üzerinden ulaşılan bilgilerin çokluğu belki
çeşitlilik gibi görünebilir, ancak bunların otantisitesi her zaman sorgulanması
gereken bir nitelik taşımaktadır. Hatta bugün “bilimsel sonuç”lara kadar
sirayet ettirildiği de post-truth tartışmalarıyla birlikte daha fazla aşikar olmuştur.
Tam da bu sebeple her türlü bilginin daha fazla kritik edilmeye ihtiyacı
bulunmaktadır.
Bu
konuda beni daha fazla işkillendiren en önemli çıktı ise insanların giderek
homojen bir dünya görüşü, yaşam tarzına doğru gidişleridir. Öncelikle global
ölçekte ciddi bir üretim ve tüketim döngüsü kurulmuştur. Bu döngünün devam
edebilmesi için insanların tüketmesi hem de durmadan tüketmesi bir
zorunluluktur. İnsanların tüketmesinin sağlanabilmesi için ise telkinler
gerekmektedir. İşte televizyon ve internet ağı bu telkinleri bir propaganda
olarak yapmaya devam etmektedir. Filmler, diziler, reklamlar vb. aklınıza
gelebilecek diğer bilgilendirmeler (elbette istisnaları vardır) bu işlevi
görmektedirler.
Dünyanın
giderek adaletten uzaklaştığını zaten müşahede ediyorsunuzdur. İnsanların bugün
şikayet ettikleri bu döngüden kurtulabilmek için yapmaları gereken öncelikli
şey; sahip oldukları ve etrafını kuşatan tüm bilgilerini yeniden
sorgulamalarıdır. Doğrusu ben çağımızda “la” demeyi böyle anlıyorum.