Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.22
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Eylül 2022

Neyi biliyoruz?

Günümüz bilindiği üzere çok farklı isimlendirmelerle karakterize edilmeye çalışılmaktadır. Söz gelimi; Post/modernlik, küresel çağ, bilgi toplumu, dijital dönem vb. Aslında saydığımız ve sayamadığımız bir çok niteliklerden bir parça taşıyor içinde yaşadığımız çağ.

Bugün dile getirilen önemli iddialardan birisi insanların artık çok rahatlıkla bilgiye ulaşabilmeleri sebebiyle birçok şeyi bilebilmeleri. Doğrusu ben bu iddiaya ya da teze farklı gerekçelerle tamamen katılamadığımı beyan etmeliyim. Bu minvalde insanlar gerçekten bilgiye ulaşabiliyorlar mı? Ulaştıkları ne tür bilgiler? Bu tezi dillendirenlerin temel gerekçesi ise artık internete erişimin kolay olması, insanların gece gündüz bilgiye ulaşabilmesi gibi görünmektedir.

Matbaanın icadından önce gündelik hayatın bilgisi dışında Batı’da bilgiye erişimi olanlar büyük oranda din adamlarıydı. Bugün bile hala varlıkları dikkat çeken devasa kilise kütüphaneleri bu hizmeti görmekte idiler. Kilisenin matbaa makinasına rezerv koyması, hem bilgi-iktidar ilişkisi hem de bilginin kitleye yayılması gibi iki ana hususa müstenittir. Aslında bu iki husus sadece Batı’ya özgü olmayıp İslam dünyasında da görülmüştür.

Bugün bilginin kitleye yayıldığı doğrudur. Nitekim bu dönemi nitelemek üzere “Bilgi Toplumu” ifadesinin kullanıldığını belirtmiştik. Üstelik kitleye yayılan bilgiler çok farklı kanallardan yayılırken, insanların tercihlerine sunulması da olumlu bir durum olarak zikredilebilir. Elbette bilgiye farklı vasıtalarla kolayca erişim beni de bir kitap okuyucusu olarak memnun eden bir durumdur.

Fakat tam da bu noktada bilgi-iktidar ilişkileri devreye girmektedir. Çoklu kanallardan haber ve bilgi akışları ile “doğru bilgi”ye ulaşılabileceği meselesi burada manipülasyonlara uğramaktadır. Meseleyi sadece bir ülke bazında değil, global bir dünya ekseninde düşünmek gerekiyor. Çünkü haber ve bilgi ağları ile akışı bu büyük çeper içinde bugün kendi döngüsü sağlamaktadır.

Michel Foucault neredeyse bütün eserlerinde bilgi-iktidar ilişkilerini bir şekilde analiz etmektedir. İktidar (ki burada global düzeyde tüm iktidar biçimlerini düşünelim) bilginin içeriği, ulaşacağı sınırlar ve nihayetinde oluşturulması gereken etkileri de hesap ederek bir bilgi ağı ve içeriği kurmaktadır. Dolayısıyla özellikle internet üzerinden ulaşılan bilgilerin çokluğu belki çeşitlilik gibi görünebilir, ancak bunların otantisitesi her zaman sorgulanması gereken bir nitelik taşımaktadır. Hatta bugün “bilimsel sonuç”lara kadar sirayet ettirildiği de post-truth tartışmalarıyla birlikte daha fazla aşikar olmuştur. Tam da bu sebeple her türlü bilginin daha fazla kritik edilmeye ihtiyacı bulunmaktadır.

Bu konuda beni daha fazla işkillendiren en önemli çıktı ise insanların giderek homojen bir dünya görüşü, yaşam tarzına doğru gidişleridir. Öncelikle global ölçekte ciddi bir üretim ve tüketim döngüsü kurulmuştur. Bu döngünün devam edebilmesi için insanların tüketmesi hem de durmadan tüketmesi bir zorunluluktur. İnsanların tüketmesinin sağlanabilmesi için ise telkinler gerekmektedir. İşte televizyon ve internet ağı bu telkinleri bir propaganda olarak yapmaya devam etmektedir. Filmler, diziler, reklamlar vb. aklınıza gelebilecek diğer bilgilendirmeler (elbette istisnaları vardır) bu işlevi görmektedirler.

Dünyanın giderek adaletten uzaklaştığını zaten müşahede ediyorsunuzdur. İnsanların bugün şikayet ettikleri bu döngüden kurtulabilmek için yapmaları gereken öncelikli şey; sahip oldukları ve etrafını kuşatan tüm bilgilerini yeniden sorgulamalarıdır. Doğrusu ben çağımızda “la” demeyi böyle anlıyorum.