Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Şubat 2019

Neyi arıyorsak karşılaşacağız sonunda…

Toplumda bazı tipler var ki kendini kusursuz ve eksiksiz görüyor ama en çok da eksiği gediği, yamuğu yumuğu olanların bunların olduğu biliniyor. İnsan kalbindekileri göremiyor ama hayatına yansıyınca görünüyor. Düzgün bir yanlarının bulunmadığına mutabık kalınan bu tiplerin kendilerini kusursuz sanmaları akıllarının kıyıya vurduğunun işaretidir. Kibir, büyüklenme müstağnileşme halleri...

Bunların faş olmaları uzun sürmez gerçi. Sonunda açığa düşerler. Yedikleri haltların kamburu görünür sırtlarında. Söksen sökülmez, düzeltmek istesen kırılıyor! Mızrak çuvala sığmaz oluyor yani. Zülfüyâra, mazluma dokununca, ‘seni Allah’a havale ediyorum’ diyerek Allah’ı vekil tayin eden çaresizlere dokununca da iflah olmuyorlar. Bu dünyada karşılığını görecekleri bir yana ahiretteki cezalarıyla kimse karşılaşmak istemez kesin...

- Yeter artık hep kazık yiyen ben oluyorum. Ben de zevahire uyacağım dedi burnundan soluyarak!

- Mazlum kal, asla zalimliğe meyletme. Bir hesap günü var biliyorsun diye uyardım adamı.

Hz. Peygamber örnektir…

Kırılmıştı ama kırmamıştı kimseyi. Çok üzülmüştü ama üzmemişti. Ay, güzel yüzünden doğmuş gibi parlak gülüyordu karanlık çağa karşı umudun kaynağı olarak. Elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği eminlik vasfı ve adaleti düşmanlarının bile dilindeydi. Kelimeler bal gibi tatlı, temiz ve iyileştirici özelliğiyle çıkardı O’nun ağzından. Onu öldürmeye gelen O’nda hayat bulmuş ve yeryüzünün en merhametlileri arasına yazdırmışlardı adlarını altın harflerle. Herkes kendini cennetteymiş gibi hissederdi onun yanında. Rahat, çok mu çok mutlu bir tabloydu bu…

Bugün kötü örneklere bakarak yılgınlık göstermeye, zulme meyletmeye, hüzünlenmeye, kederlenmeye ya da her şeyden el etek çekmeye gerek var mı bu muhteşem örneklikten sonra...

Hadi bakalım…

Şu kirli dünyanın parıltılı ama boğan, daraltan, bunaltan şaşaalı vitrinlerinde mütevazı kalmaya, temiz pak kalmaya, direnmeye ve yeniden umut olmaya ne dersiniz? Direnmek, çareye giden en kestirme yoldur…

Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.” demiş Ahmet Hamdi Tanpınar. Çabamız bozulmamak, bozmamak ve bozdurmamaktadır.

Ancak suskun kaldığımız, sükûtu hayale uğradığımız zamanlar olmuyor değil, oluyor. Hatta kırılıp, toparlanmakta zorlandığımız, buz tuz, darmadağınık olduğumuz ve kendimizi hiç iyi hissetmediğimiz zamanlarda fonksiyonlarımızı geri kazanmayı, kendimizi iyileştirmesini bilmeliyiz.

Kendimizi iyi hissetmediğimiz zamanlarda küsüp yılgınlık gösteriyoruz oysa. Gerek yok buna. Goethe teşhisi koymuş: “Dünya hassas kalpler için cehennem gibidir." Çabamız cehenneme direnmektir.

Ha şöyle mi diyoruz...

Anlamaya çalışıyorum herkesi incitmeden hassas bir yanından tutarak. Benim de hassas, kırılgan, naif yanlarımın farkına varılmasının hakkımın olduğunu düşünüyorum.

Bir gerçeği daha...

Bu koca dünyanın gamını, yükünü tek başıma taşıyamayacağımın farkındayım, olsun deyip takatımı aşan yükün altına giriyorum. Zaman zaman zorlanıp bir süreliğine çekilsem mi diye düşünürken şu uyarılarla kendime geliyorum.

“Eğer kibarsan, insanlar seni kırabilir. Yine de kibar ol.

Eğer mutluluğu bulursan, insanlar kıskanabilir. Yine de mutlu ol.

Bugün yaptığın iyilik yarın unutulabilir. Yine de iyilik yap.

En iyisini yapsan da yeterli olmayabilir. Yine de elinden gelenin en iyisini yap.”

Hayatı tüketircesine ve tükenircesine bir yarışta her şeyin bizim olmasını istiyoruz doymaz bir iştahla. Sürekli yarışır ve yarıştırır haldeyiz... Kan ter içinde adım atacak halimiz kalmıyor günün sonunda. Nihayet dünyanın bir anlık ve bir geçimlik yer olduğunun farkına vardığımızda iş işten çoktan geçmiş oluyor.

Üstat Cahit Zarifoğlu: “Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik...” diye özetlemişti dünyanın ne menem şey olduğunu...

Neyi arıyorsak karşılaşacağız sonunda...

Ne istediğimizin farkında mıyız?