Nereye gidiyoruz?
Her çocuk çevresinden iyi ya da kötü yönde etkileniyor. Karakterinde anne ve babasından kalıcı izler kalıyor. İyi kumaştan iyi, kötü kumaştan kötü elbiselerin çıkması gibi çocuklar da kumaşlarını ailelerinden alıyor.
Bizden
öncekiler ve bizim nesil çok şanslıyız. İyi hasletlerimizi, vatan ve
millet sevgisini aldık. Vefayı yaşayarak gösterdiler. Kültür, inanç ve
medeniyet değerlerimizi iyi temsil eden o nesilden en büyük şerefin iman ve
Allah yolundaki çabalardan kazanılabileceğini kulağımıza küpe yaptık. Hürmet,
saygı ve sevgiyi, ahlakı, güzel olan her şeyi…
Ya
şimdiki ebeveynler…
Çocuklarına
toz kondurmuyorlar. Bir dedikleri iki edilmiyor. Sofralarında bir kuş sütü
eksik bugünün çocukları ne yapılırsa yapılsın beğenmedikleri gibi aza da kanaat
etmiyorlar. Yoklukta sabır, bollukta şükür yoktur.
Zora
ve zorluğa tahammül hiç yok. Oysaki kaybetmeye de ve açlığa da tahammül olmalı.
Yenilgilere, üzüntülere tahammül olmalıdır. İnsanın eksik ve zayıf yönleri var
çünkü. İnsan, insan olduğunu kabul ederse haddini bilir. Haddini bilen de Allah’ı
bilir. Evrendeki yerini ve rolünü bilir. Asıl hadsizlikse, Allah’a karşı
haddi aşmaktır.
Dini
ve milli kimliği önemsemeyen bir neslin varlığı aşikâr. Vatan ve millet
hassasiyeti azalıyor. Sorumsuz, şımarık,
farklılıklara tahammülsüz bir nesil bütün dünya için tehlikelidir. Annesine
babasına moruk ve kefere diyenler insani ve İslami değerlerden yoksun nesildir.
Vatanına silah çeken, cinayeti ve ihaneti meşru gören böyle bir nesildir.
Değerleri olanları istisna tutuyoruz.
Hayat
nimet ve yaratılan her şey bize emanettir. Zaman boşa harcanıp değerlerimiz
heder ediliyor. En çokta vefa harcanıyor. Vefasızlıklar artıyor. Vefa olmayınca
dostluk yoktur, saygı yoktur. Ömür boş şeyler uğruna harcanıyor. Hayatı hiç
bitmeyecekmiş gibi sorumsuz yaşamak toplumsal sorunlarımızı artırıyor.
Hz. Peygamber
Efendimiz, “İhtiyarlık gelmeden
gençliğin, hastalık gelmeden sağlığın, fakirlik gelmeden zenginliğin, meşgul
olmadan boş zamanın, ölüm gelmeden hayatın kıymetini bilin” buyuruyor. Hiç
bir şeyin kıymetinin olmadığı zamana tanıklık etmek bize yeter de artar bize.
Bu
toplum zor olduğu gibi aynı zamanda mutlu günlerin toplumuydu. Nimete de
külfete de ortak edilirdik. Önümüze öyle her şey hazır gelmezdi. Sofralar
birlikte kurulur ve birlikte kaldırılırdı. Kıyafetlerimizi akşamdan hazırlar, annemizin
olmadığı zamanlarda kardeşlerimize biz bakardık. Okuldan arta kalan zamanlarda çalışıp
ufakta olsa evimize katkıda bulunan ve düştüğümüzde ayağı kalkabilenlerdik.
Önce
anne ve babalar değişti sonra da çocuklar. “Dünyanın sonu geldi” diye lafları
çok duyar olduk. Gençlik, yalnızlık ve sahipsizlik duygusu içinde... İçine
kapanmış bir neslin topluma faydası olmadığı gibi zararı çok oluyor. Ne
yapacağı belli olmayan ve sorumsuz çocukların tek sorumlusu ebeveynlerdir. Özgüveni
az, aciz ve kendisinden başkasını düşünmeyen nesillerde az çok herkesin payı
var.
Çocuklarımızı
onca zahmet ve sıkıntıya katlanarak okutuyoruz başarıları düşük oluyor. Zahmetsiz
elde edilen şeylerin kıymeti de bilinmiyor. Bütün umudun kendinde olduğunun
farkında olmayanlar etrafa umutsuzluk saçıyorlar ve sorun çıkarıyorlar.
Bu söylediklerimizin
bir suçlama olarak algılanmamasını umuyorum, uyarmaktır. Sen görmüş geçirmiş
biri olarak sorunu anlarsan kolay anlatabilirsin. En güzeli de örnek olmaktır. Anlamlandırırsan
anlam bulursun.
Tolstoy
anahtarı vermiş düğümü çözmek senin elinde: “Herkes insanlığı değiştirmeyi
düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.”
Siz
değişin ki dünya değişsin.