'Neremi Neremi?'
KÖYDE birazcık kafa dinlemeye
çalışıyordum ki…
Görüntüler önüme düştü.
Merak işte, izledim.
İzlemez olaydım!
Çarşaf giymiş bir şahıs…
Mini mini öğrencilere şunu soruyor:
“Bakın benim neremi görüyorsunuz
sadece?”
Çocuklardan gelen sesleri net olarak
duyamıyoruz…
Şahsın dedikleri ise açık, seçik:
“Başımı göremiyorsunuz. Sadece gözümü
görebiliyorsunuz. Hatta Osmanlı zamanında bazen gözlerde peçete (!) olur, bez
olur, gözünüz de görünmez.”
Böyle diyor “şahıs”.
Sonra da üstündekileri sıyırmaya
başlıyor.
Kısa (mini) etek!..
Böyle çok daha güzel, çok daha çağdaş…
Mış!
***
Sanki kadın salt bir “görsellik” unsuru.
Sanki Türk Kadını, fiziği ile dikkat
çekmeye muhtaç!..
Sanki Türk Kadını’nın ruhu yok!..
Sanki Türk Kadını’nın adı yok!..
Sanki çarşaflılar taşımadı,
sırtlarında kurtuluş mermilerini!..
İşte bir kadın, bir Hanımefendi,
Meslektaşımız Özlem Doğan…
Şöyle dile getirmiş hislerini:
“Fransız /Ermeni askerleri Maraş’ta ‘Burası
artık Türk memleketi değil. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!’ diyerek kadınlarımıza saldırmış, Merhum Sütçü
İmam da kadınlarımızın çarşafına el uzatan işgalcilere haddini bildirmişti!.. “
Selâm olsun Hanımefendilerimize…
NE GÜZEL ÖĞRETMEN
Hiç unutmam…
Çocukluğumuzda ne güzel öğretmenlerimiz
vardı.
Şimdi de var mutlaka.
Ah, istifade edebilsek!
***
Merhume Semiha Hanımefendi, ilkokul
öğretmenimiz.
Başörtülü değildi.
Kıyafetleri ölçülüydü.
Mini etekli kıyafetini hatırlamam.
Uzun etek giyerdi.
O zamanlar okula çarşafla gelen veliler
de vardı, sayıları az da olsa.
Başörtülü hanımlar çoktu.
Semiha Öğretmen’in “ayrımcılık” yaptığını görmezdik.
Öyle bir gündemimiz yoktu.
Semiha Öğretmen, mesaisini hafta içi
günlerle sınırlı tutmazdı.
Gönüllü öğrencileriyle hafta
sonlarında buluşur, ders çalıştırırdı.
Bu iş sırayla olurdu.
Evleri müsait olan bir veliler,
bizleri öğretmenimizle birlikte kabul ederlerdi.
Bizi misafir eden anneler arasında
başörtülü olanlar da vardı.
Hatta, sayıları, başörtülü
olmayanlardan fazlaydı. Semiha Öğretmen, kimin örtülü olduğuna, kimin
olmadığına bakmazdı. Tek kuruş istifadesi olmadığı halde, sırf konuları tekrar
imkânına kavuşalım diye ‘ek ders’ verirdi Merhume.
Bir hafta sonu…
Karlı bir hafta sonu…
Çok bekledik, gelmedi.
“Herhalde bir işi çıkmıştır.” dedik.
Evlerimize gittik.
Semiha Öğretmen,
Pazartesi günü de okula gelmedi.
Öğrendik ki, karda kışta düşmüş,
bacağı kırılmış.
Alçıya almışlar.
Bundan dolayı gelememiş.
O gün çok ağlamıştık.
Annesinin başı açık olan da ağlamıştı,
annesi çarşaflı olan da…
NELER OLUYOR?
Bu 29 Ekim’de…
Bundan evvelki birkaç 29 Ekim’de
olduğu gibi çok tuhaf “okul, anaokulu” görüntüleri
çıktı önümüze.
Birkaç yerden görüntüler geldi.
Birçok yerden ise “Benzeri bizim okulda da yapıldı!” şikâyetleri.
Son vakitlerde bir haller oldu.
Okullarda “Kul’a secde!” görüntüleri var.
“Ayin”
görüntüleri var!
O kadar ki…
Mustafa Kemal Atatürk’e gönülden bağlı
olduklarını bildiğimiz birçok “arkadaşımız”
da tepki gösteriyor bu hallere!
“Atatürk yaşasaydı bunları kovalayabildiği
yere kadar kovalardı!” diyenler
oluyor…
Çocukluğumuzda, bizleri toplayıp bir büste, heykele,
fotoğrafa “secde” ettirmek gibi
tuhaf işler yoktu.
Ben hatırlamıyorum böyle bir şeyi. Son
yıllarda bu tür sahnelere çok rastlıyoruz.
Okullarımızda tuhaf şeyler oluyor.
Memlekette tuhaf şeyler oluyor ve bu
tuhaf şeylerin sayısı gittikçe artıyor.
Eylemler gittikçe radikalleşiyor.
***
Elbette çok daha fazlasını söylemek
geçiyor içimden.
Tutuyorum kendimi!..
Bu duruma içerleyen birçok okuyucum
var.
Kimileri, çok daha keskin ifadeler
kullanmamı, çok daha fazla yüklenmemi istiyor.
Ben sabrediyorum.
***
Bir şeyler yapılıyorsa, bir şeyler
için yapılıyordur da ondan.
“Sert tepki”
verirken, bir şeyler için bir şeyler yapanların emellerine hizmet etmek de var!
Geçtiğimiz aylarda diş hekimi
arkadaşımı ziyaret etmiştim.
Duruma baktı.
Dişlerimde aşınma varmış.
“Dişini çok sıkıyorsun galiba!” dedi.
“Hayırlısı”
dedim.
Birkaç dişin lâfı mı olur!