Neredesin ey Ömer, çık gel artık!
SABRİ GÜLTEKİN
Ramazan'ın son günü acı haberi geçen ajansları izleyince yıkıldım. Yıllardır cadı kazanı gibi kaynayan Güneydoğu Bölgesi'nde "adres sormayan kurşunlar"ın hayatının baharında soldurduğu fidanlara bir isim daha eklendi; Seyyid Ramazan Dindar.
Karanlık eller yine sahnede
'90'lı yıllarda tanımıştım Ramazan Dindar'ı. İstanbul Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye kapısının aşağısındaki Çuhacı Han'daki içi küçücük, fakat misafiri kalabalık ticarethanesine uğradığımda hürmette kusur etmezdi. Bütün yoğunluğuna rağmen ilgilenir, hangi vakitte olursa olsun "abi yemek yer misin?" sorusunun mukabilinde "İbrahim, o zaman bize çay söyle" diyerek hal hatır etmeye başlardı. Cömertliği çok sever, bundan asla ödün vermezdi. Sonra konu doktor Mehmet Emin ağabeyden açılır, Cizreli Şeyh Seyda ve Şeyh Muhammed Nurullah Seyda ailesinin huzur veren yaşamına dair örnek kıssalarla devam ederdi. Ticareti, para değil, insan kazanmak üzerine idi. Sıkıntılarını kendine saklar, naifliği hep başkalarıyla paylaşırdı.
Yıllarca İstanbul'da yaşayan ve ağabey Selim Dindar'a düzenlenen hunharca cinayet sonrası Cizre'de huzur aramaya başlayan Ramazan Dindar, "Halka hizmet, Hakka hizmet" düsturunca AK Parti Şırnak İl Başkan Yardımcılığı görevini sırtlandı. Bölge üzerindeki karanlık eller önce 16 Mayıs 2012'de önce AK Parti Şırnak İl Başkan Yardımcısı Ali Kılınç için tetiğe bastı. 18 Ağustos 2012'de de Ramazan Dindar için planlarını devreye soktu.
Rabbine oruçlu olarak gitti
Ramazan'ın son günüydü. Ramazan Dindar arkadaşı Diyar Tanrıverdi ile Cizre Yeniçarşı Caddesi'nde olacaklardan habersiz Ramazan ayının son iftarına doğru yürüyorlardı. İftara bir saat kala, ortaya çıkan insanlıktan nasibini almamış saldırganlar, arka arkaya tetiğe abanarak ölüm kusuyorlardı. Diyar yaralanıyor, Ramazan ise Dicle Üniversitesi Hastanesi'ne götürülürken, çektiği acı üzerine bir acı daha yaşamak istemiyordu. Diyarbakır denildiğinde tüyleri diken diken olan Ramazan, ağabeyi Selim'in yaşadığı "Diyarbakır Cehennemi"ni bir daha yaşamaktansa orucunu ukbada açmayı tercih ediyordu. Oruçlular için hazırlanan "Reyyan Kapısı"ndan girip çifte bayram yapmak üzere ruhunu teslim ediyordu.
Dindar ailesinin dinmek bilmeyen acısı
Dindar ailesinin acısı yıllardır dinmek bilmiyor. Mehmet Dindar Cizre-Nusaybin karayolunda katlediliyor. Sonra Cizre Ulu Camii İmamı İhsan Dindar evinde çıkan yangında vefat ediyor. 12 Eylül'de "Diyarbakır Cehennemi"nin en önemli tanıklarından Selim Dindar 3 kişi tarafından "7 kaza kurşunu"yla katlediliyor. 6 kardeşten 4'nün ocağına ateş düşüyor. Her defasında yük Mehmet Emin Dindar'ın omuzlarına biniyordu.
Şırnak AK Parti Milletvekili Mehmet Emin ağabey Ramazan'ın bereketli ikliminden istifade etmek için gittiği Umre'den yüreğine kurşun gibi saplanan bir haberle Cizre'ye dönüyordu. Ramazan, Cizre Ulu Camii'de bayram namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra "sonsuzluk yurdu" olan Cizre Asri Mezarlığı'na binlerce seveni tarafından uğurlanıyordu. Mehmet Emin ağabey, arkasından dualarla yolcu eden biricik Ramazan'ının cenazesine yetişemiyor, kabrine ulaştığında ise kendini tutamıyordu. Bütün bayramlarda sevinç gözyaşları dökerken, bu bayram Ramazan'ına kavuşamamanın acısıyla hüngür hüngür ağlıyordu. Daha 2 Aralık 2009'da ardında pek çok soru işareti barındıran bir cinayete kurban giden Selim'in acısı küllenmemişken, Ramazan'ın benzer olayla rahmete kavuşması Mehmet Emin Dindar'ın yüreğinde onulmaz bir yara daha açıyordu.
***
12 Eylül 1980 darbesi sonrası gözaltına alınarak Diyarbakır Cezaevi'nin gönderilen dönemin simge ismi Selim Dindar'ın yaşadığı ibretlik hayat hikayesine değmeden geçersek, bugün Türkiye'nin nasıl bir açmazın içine sürüklendiğinin fotoğrafını eksik çekmiş oluruz.
"Bir daha dünyaya gelseydim, asla Kürt olmak istemezdim..."
Tarih 3 Aralık 2009'u gösterirken, Selim Dindar'la ilgili acı haberi aldığımda gayriihtiyaru00ee '80 öncesini irkilerek hatırladım. Sivas'ın, Maraş'ın, Çorum'un yangın yerine dönüşünü ve "adres sormayan kurşunlar"ın çıkardığı ölümcül çığlıkların arasında kalıverdim.
Devrimciler ve Ülkücüler sinsice tezgahlanan kaosun tam ortasında ölümüne "yaşasın vatan!.." diye slogan atıyorlardı. Ortaokullardan tutun da üniversitelere kadar her yerde, sıraların altından kitap yerine "haydar"lar, kalem yerine "delikli demir"ler çekiliyordu.
Ülkeyi yönete(meye)nler çaresizdi!.. Askeri vesayet; Hasan Mutlucan'ın "yine de şahlanıyor..." türküsünü yeniden söyleyeceği anı bekliyordu. Ve o türkü, tarihler 12 Eylül 1980'i gösterdiğinde, TRT'nin siyah-beyaz görüntülü penceresinden bütün Türkiye'ye bir kez daha dinletiliyordu.
Kanlı tezgahlarını ülkenin her köşesine açanlar; sonu kestirilemeyen kaosu, binlerce cansız bedeni, taru00fbmar olmuş aileleri, sayısız faili meçhulleri miras bırakarak birden bire kayboluyorlardı!..
"Gözünün üstünde kaşın var" türünden ihbarlarla ansızın tek tek bulundukları mekanlardan alınan körpecik delikanlılar, adresi belli olmayan toplama kamplarına misafir(!) edilmeye başlanıyordu. Bu oyun, daha sonra farkına varılacak "meçhule yolculuk"tan başka bir şey değildi.
Anadan doğma işkenceler yıllarca inletti; gencecik bedenleri ve onları seyre dalan soğuk yüzlü köhne duvarları. Zindanlar bile ağladı, mecalsiz ruhların üzerine yığılan bedenlere. Mamak'tan, Metris'ten, Diyarbakır'dan çıkıp da gidebilenler; ömürleri boyunca "zindanlardaki kabus"larıyla yaşadılar. Hep "hatırlama" ve "unutma" arasında gidip geldiler. Kısaca konuştular, uzun uzun sustular.
İşte onlardan birisi de Cizreli Seyyid Selim Dindar'dı. Siyasi herhangi bir faaliyetin içinde olmamasına rağmen daha 20'sinde Diyarbakır Cezaevi'ne konulmuştu. 1981 yılında girdiği cezaevinde kaldığı 3 yıl boyunca gördüğü işkenceleri, uzun yıllar sonra verdiği mülakatlarda şu şekilde ifade etmişti:
"Diyarbakır Cezaevi'nden konuşulduğunda hala hayattan kopuyorum. Benim hanımım ve çocuğum var. İçimdeki frene basamıyorum ve herkesin önünde hüngür hüngür ağlıyorum, ağlıyorum... Bir daha dünyaya gelseydim, asla Kürt olmak istemezdim..."
İncinmişti, fakat asla kinlenmemişti Diyarbakır Cezaevi'nin simge ismi Selim Dindar. Milliyetinden dolayı cezaevinde yıllarca hırpalanmış, fakat o ümmet şuuru ve ümidini hiç kaybetmemişti.
Fakat... 2 Aralık 2009 Çarşamba gününün akşamı Bakırköy'deki Cizreliler Derneği lokalinde otururken, ansızın "kör kurşunların kurbanı oldu". 48 yıllık ömrüne elveda diyerek, bütün acı ve ıstıraplarından sıyrılarak "Sonsuzluğun Sahibi"ne gitti. Dünya zindanından beraatını alarak, "özgürlükler ülkesi"ne ulaştı.
"Ölüm en büyük ibrettir" ya... Selim Dindar da giderken, "yeter benim ağladığım, biraz da siz ağlayın" diyordu sanki sevenlerine. Arkasından Abdullah Veli Seyda ağlıyordu, Şerafettin Elçi ağlıyordu, Adnan Tüzün ağlıyordu, Mehmet Emin, (önceki gün ağabeyi Selim'le aynı kaderi paylaşan) Ramazan ve İbrahim Dindar ağlıyordu...
*
Merhum Selim ve Ramazan Dindar kardeşlere Allah'tan afv ve mağfiret, başta Mehmet Emin Dindar ağabey olmak üzere, ailesine bir kez daha sabr-ı cemil, ecri cezil niyaz ediyorum.
***
AK Parti Hükümeti'ne diz çöktürme operasyonu
Selim ve Ramazan Dindar kardeşlerin arka arkaya cinayete kurban edilmesi sıradanlaştırılacak kadar basit bir olay değil. Birisi 12 Eylül darbesinin kirli yüzünü deşifre eden, diğeri ise AK Parti İl Başkan Yardımcısı olarak bölge siyasetinin en önemli kişilerinden birisi. Silahları gömmek yerine, tetiğe basarak sansasyon oluşturmaya çalışanların oyunu açık.
PKK problemini çözmek, kardeş kavgasına son vermek isteyen AK Parti Hükümeti, uluslararası güçler tarafından oluşturulan kirli senaryolarla hizaya getirilmeye çalışılıyor. 22 Haziran 2012'de Suriye'de düşürülen F-4 savaş uçağı kriziyle Türkiye'yi "Arap Baharı"nın bir parçası haline getirme çabalarından sonuç alamayan karanlık güçler, "kulak çekme" eylemleriyle taviz koparmaya çabalıyor.
28 Aralık 2011'de Uludere'de 34 sivilin hayatını kaybetmesine neden olan hava operasyonuyla ivme kazanan olaylar silsilesi; Malatya'da Alevu00ee-Sünnu00ee kavgası, Tunceli'de CHP Milletvekili Hüseyin Aygün'ün dağa kaldırılması, BDP'lilerin Şemdinli'de PKK'lılarla sarmaş dolaş poz vermesi, Cizre'de Ramazan Dindar'ın öldürülmesi, Hakkari'de İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in taşlanması, sakin şehir Gaziantep'in bayram 2. günü bomba yüklü araçla kana bulanması (ilk belirlemelere göre 9 ölü, 69 yaralı) kaos butonunun birilerin eline geçtiğini gösteriyor. Türk devletini itibarsızlaştırma propagandalarıyla "Suriye'den sonra sıra Türkiye'de" psikolojisi pompalanarak çapulculara cesaret veriliyor.
AK Parti Hükümeti'nin daralan "çaresizlik çemberi"ni yarmaktan başka çaresi bulunmuyor. "Havar" çığlıkları atanlar da, "imdat" figanlarıyla ağıt yakanlar da, "Fırat kenarında kurt kapsa bir koyunu, Ömer'den sorar adli ilahi onu" aklıyla hareket edecek birinin devreye girmesini bekliyor.
Neredesin ey Ömer, çık gel artık!