Nereden nereye..
Şubat ayındayız...
28 Şubat post-modern
askeri darbesi üzerinden
tam 24 yıl geçti...
Çeyrek asırlık bu süreçte darbenin acı sonuçlarına maruz kalan İslami
çevrelerin nereden nereye
evrildiklerini sizde merak ve takip ediyorsunuz, sanıyorum...
Yakın
tarihimizin akışını ve mücadele
sürecimizi şu ayeti
celilenin ışığında yeniden
tefekkür etmemiz gerekiyor:
"Eğer
siz bir acıya uğradınızsa,
o toplumda benzeri
bir acıya uğramıştır. Günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Allah,
iman edenleri ortaya çıkarsın
ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez."(Ali İmran,140)
Evet; acı, çile, hicran, hüzün, hasret,
mazlumiyet, mahkûmiyet, gözyaşı, ıstırap yüklü
günlerden bu günlere geldik... Ödenen bedeller, çekilen çilelerden sonra bugün nerede duruyoruz? Şahitliğimizi
hangi zeminlerde ne kadar sürdürebiliyoruz?
Sözü dolandırmadan bir hatıramdan
hareketle bir değerlendirmede bulunmak
istiyorum...
Beş yıl
kadar önceydi, memleketim Malatya'ya Kitap
Fuarında imza için davetliydim... Takdire şayan başarılı
bir organizasyondu. Fuarda
kitap dostu kardeşlerimle
imzadaydım... O sıra telefonum çaldı, arayan bende kayıtlı olmayan
isimsiz bir numaraydı... Telefondaki ses:
- Efendim Malatya cezaevinden arıyorum. İmza
için fuara katıldığınızı öğrendik. Cezaevimizde tutuklu ve
personele yönelik
bir konferans için müsait olur musunuz? Davet etmek için rahatsız ettik...
Hemen
kabul ettim... Cezaevinden gelen bu çağrıya icabet etmeliydim... Gün ve saat belirledik ve gittim...
İstanbul'dan
gelen bir yazar sıfatı ile gittiğim için
ilgi, iltifat yerindeydi... İzzet ve ikram güzeldi... Özel
misafir olduğumuz için
cezaevinin tüm kapıları
anında açılıyordu... Konferans salonuna geçtik... Salon tutuklu
ve personel ile doluydu... Mikrofonun
başına geçtim... Dinleyicilerin meraklı bakışları
arasında söze şöyle
başladım...
- Kıymetli dostlar bu gün sizlerle iki konuyu paylaşmak için buradayım.
Bir... Sizden özür dilemek, helallik almak için geldim... Beni
affedecek misiniz?
Salondakilerin
şaşkın bakışları bana yönelmişti... Hayret ve merek içinde oldukları belliydi...
Kendileriyle hiçbir
geçmişimiz yok, yaşanmışlıklarımız
yok... Neyin helelliğinden bahsediyor acaba?
Meraklarını
giderdim...
- Arkadaşlar bu programa katılmak sizler
için zorunlu değildi, ancak sizler özveride bulundunuz beni dinleme
nezaketi gösterdiniz,
salona kadar teşrif ettiniz. Bu demektir ki beni ve anlatacaklarımızı önemsiyorsunuz. Bu duyarlılığınız karşısında
kendimi sorguluyorum...
Aslında
siz suça bulaşmadan, cezaevine düşmeden benim sizlere ulaşmam gerekiyordu... Bildiğim doğruları, İslami
daveti sizlere sunmam icap ediyordu... Vaktinde İslam’ın güzelliklerini sizlerle paylaşmadığımız için bugün sizler dört duvar arasında çürüyorsunuz... Sizin bu halde olmanızın bir nedeni de bizim
ihmalimiz... Bizim gecikmişliğimizden dolayı cehalete, çevreye, sisteme kurban
gittiniz. Dolayısıyla
işlediğiniz suçun
suç ortağı sayılırız...
Bunu için
sizden özür diliyorum, helallik istiyorum...
O sıra düşündüm,
Türkiye'de o yıllarda
cezaevlerindeki tutuklu sayısı yüz
bini aşkındı... Bu yüzbinlik kitleye İslam adına kim ulaştı? Zamanında ulaşılmış olsaydı
belki de yüzde ellisi cezaevlerinde olmayacak
kendi ortamlarımızda omuz omuza aynı hedefe yürüyecektik...
Türkiye'deki
İlahiyat, Diyanet, İmam-Hatip,
Medrese, İslami hassasiyeti
olan cemiyet ve cemaatlarin potansiyelini düşündüm... İslami davet adına atılan adımların
yetersizliği ve cezaevlerindeki
suçlu sayısının artışını
mukayese ettim... Ülke
de işlenen her bir suçta ihmalimizin payını hatırladım...
İki... İkinci olarak şunu sizlerle paylaşmak
isterim... Değerli dostlar, benim bu cezaevine ilk gelişim değil... Bundan
yaklaşık 18 yıl önce yine bu cezaevine gelmiştim
demeyeceğim, getirilmiştim... 15 ay da
ben bu cezaevinde şu koğuşta yatmıştım... Dolayısıyla cezaevinin yabancısı değilim...
Buradaki yaşamdan habersiz değilim...
Peki,
benim cezaevi hikayem neydi?
28 Şubat Post-modern darbe sürecinde Malatya'da ikamet ediyordum...
İslami çalışmalarımızı sürdürdüğümüz
bir vakfımız vardı... O süreçte Batı Çalışma Grubu Malatya'yı pilot bölge seçmişti... Yasakçı jakoben zihniyet Malatya İnönü Üniversitesine emekli bir
generali, Ömer Şarlak'ı
rektör
olarak atamıştı...
Bu rektör bir yıl içerisinde kampüsü kışlaya çevirdi... Binin üzerinde başörtülü kızımızın öğrenim hayatını felç etti...
Malatya'nın
duyarlı Müslümanları iki Cuma, namazdan sonra
Üniversite’deki bu haksızlıkları
protesto
ettiler... Sessiz
kalmadılar... Ancak Cuma
eylemlerinde ölü, yaralı,
şiddet, silah, gasp, darp, kırmak, dökmek
herhangi bir olumsuzluk yoktu... Belki, sadece 2911 sayılı gösteri yasasına aykırı bir davranıştan bahsedilebilirdi... Böyle olmasına rağmen yüzlerce kardeşimiz cezaevlerinde çürütüldü... Biz 52 arkadaşla idamla yargılandık...
O sıra henüz idam kalkmış değildi, 146.madde yürürlükteydi... Bizim aileden üç kardeşe de cezaevi yolu görünmüştü...
Demem
o ki;
Dün
Terörle Mücadele Şubesi’nde sorgulanan, Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde yargılanan ve kelepçeli ellerle getirildiğim cezaevine bugün konferans vermek için özel
davetliyim...
Dün İslam'ı anlattığım için, cezalandırılmak için gönderildiğim cezaevine bugün İslam' ı anlatmak için gelmiş bulunuyorum...
Nereden
nereye?
Dünkü imtihanımız, bugünkü imtihanımız!..
Dünkü
Türkiye, bugünkü Türkiye!..
"Allah,
günleri insanlar
arasında döndürüp
duruyor..."
Ancak şu
soruyu sormadan geçemeyeceğim:
-
Acaba dünkü sınavımız
mı daha zordu, bugünkü
mü?..
Dün,
jakoben Kemalist
dayatmaya karşı sabır ve sebatımızı kuşanınca imtihanımızı verebiliyorduk...
Gel
de bugün
konformizme karşı diren direnebilirsen... Korun korunabilirsen...
Sanki
iktidar günleri sınavımız
daha bir zorlaştı...
Dün engellenen bir İslami hareketimiz
vardı, bugün ertelenen bir İslami mücadelemiz var...
Erteleyen kim? Biz değil miyiz?