Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.75
Gram Altın
2962.44
BIST 100
9680.66
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Ekim 2018

Nerdesin ey güzellik?

Savaşlara barış ışığı damlatan yıldızlar, yürek yangınlarına yağmur gönderen bulutlar, kanı şefkatle örten toprak, düşüncemizin gecesine sabırla doğan güneş, is ve barut kokusuna karışan rayihası ağaçların, çiçeklerin, dalların… Hülâsa yaralayan ve katleden insana sabırla tahammül eden tabiat. Geldiği yer kendisine henüz hatırlatılamayan ruhun acı- huzur arasında mütemadi bir koşu yapması gibi bakıp gördüğümüz her şey.

Yedi canımızı daha toprağın bağrına bıraktık. Yedi haneye daha uğradı dünyadaki imtihanların en yakıcısı… İnşa ettiğimiz hüzün kalelerine bir yenisi daha eklendi böylece. Ülke ekonomisinin dolar üzerinden yara alması hainlik yapmaya istidadı olanları fırsatçılığa teşvik ederken, bıçak sırtında yürüyen Anadolu’m insanını mağdur etti yeniden. Zaten hüzün ve mağduriyet, yalnız olanların, dünyada mahzun dolaşanların, kimseye zararı dokunmayanların, zarar vermediği için de hep yaralananların garip gönüllerine uğrar genellikle. Dün bir yerde okudum, uyuşturucu kullanımından ölen genç ortalamasının günlük üçe ulaştığını yazıyordu. Bu hadisenin medyaya yansıyan boyutu, bir de ulaşıp vâkıf olamadığımız alanlar var. Başlı başına bu durum ülkenin öncelikli probleminin eğitim ve uyuşturucu olduğunu göstermekte. Nedense eğitim meselesine çocuklar ve gençler üzerinden eğiliyoruz daima oysa eğitim, okuma ve farkındalık bilinciyle beraber, toplumun her katmanını kapsayan bir mecburiyet olmalı değil mi? Gönül eğitimi de bu çatı altında değerlendirilmeli değil mi? Sonra nereye baksak kırık bir hikâye görmemiz kaçınılmaz oluyor.

Hayattan öğrendiğim bir şey varsa o da daha iyi bir dünya için önce kendimizi iyileştirmemiz gerektiği. Tedavi etmeliyiz gönlümüzün hasar alan yerlerini; sabırla, inançla, duayla, ince bir işçilikle dokuyacağımız hiçbir detayı küçümsemeden, doldurmalıyız ömrümüzün boş bırakılan sayfalarını. Mürekkebi emek olsun, coşku olsun, umut olsun. Herkes yaptığını en güzel bir şekilde icra edebilme ve bu uğurda kendini biraz sıkıntıya sokup sınırlarını zorlama gayretine girebilse –olmuyorsa mukadderat- dünya daha katlanılası bir yer hâline gelirdi. En fedakâr öğretmen, en vefalı dost, en adil hâkim, en hassas anne, en çalışkan mühendis, en titiz yazar, en samimi evlat, en merhametli doktor, hülâsa yetişen, yetiştiren, yetişme ve yetiştirmeye emek gösteren en ince insan… Yazınca güzel. Duvarlara düşürülen özlü kelimelere bakınca her şey ne kadar samimi, doğal.

Oysa insanlar tuhaf. Üzerine vazife olan işlerin ardına düşmek yerine Allah’ın bir başkasına -imtihan ya da lütuf için- verdiğine gözlerini dikeni, onu sözleri ile örselemeye çalışanı, muhatabının ayağını kaydırmaya uğraşanı, sahip olduklarına bakıp mutluluk duymak yerine, bir başkasının sahip olduklarından mutsuzluk duyma eğilimi göstereni yadırgamıyor da emek vereni, didineni, bir hayalin ardına düşeni yaftalıyor “hırs” başlığı altında…

Birinde gördüğü çaba, titizlik ve güzellik ıstırap veriyor bir diğerine. Onun yükselişini, tebrik edilesi bir bahtiyarlık telakki etmek yerine, kendi düşüşü olarak algılatıyor benliğine… Kötülükler, mağduriyetler, kavga ve haksızlıklar burada başlıyor. Yazık ki insanlık, bulunduğu noktayı hazmetme ve bu noktanın hakkını verme noktasında hep sınıfta kalıyor; Ezelî çilemiz, tecrübe mirasımız.

Mevla cennetinde ağırladığı Hz. Adem ve Havva’yı sayısız nimetlerle donattı fakat onlar uzak kalınması gereken yasak ağacın varlığıyla birlikte bir meraka yenildiler. Böylece soyundan gelenler dünya ile tanıştı. Dünyaya –tüm geçiciliğine rağmen- cennetin yansıması olan güzellikler bırakıldı. Bu zindanda bile insan, Mevla’nın ikramı olan sayısız nimetle kucaklaşma imkânı buldu. Bu defa da hırsına ve öfkesine mağlup olup henüz dünyada iken cehennemini yaşadı.

Selam ile

Nuray Alper