Neo-liberalizmin ekonomi politiği
İdeolojileri
ekonomik görüşlerden takip etmek lazımdır. Tarihsel süreçte ve özellikle yakın
dönemde dünyada boy gösteren ideolojiler, ekonomik değişimlerin, yönsemelerin
ve kırılmaların başı çektiği bir süreçte varlık kazanmışlardır. Elbette
ideolojiyi ekonomi ile özdeşleştirmiyoruz. Çünkü o ekonomik görüşe eşlik eden
felsefe, siyaset, din, kültür ve sosyallikler bulunmaktadır ve bunlar insan
hayatına yönelik o ideolojinin vecheleridir.
Modern
dünyaya geçişte Haçlı seferleri ile birlikte dünyaya açılma ve yeni arayışlar
rol oynamıştır. Yine Protestanlık esasen Hz. İsa sonrası Roma’da dünyaya
sırtını dönük biçimde kurumsallaşan Hıristiyanlığın yüzünü tekrar dünyaya
döndürme teşebbüsüdür. Bunun öncesinde gelişen merkantilizm ve sermaye birikimi
ciddi anlamda rol oynamıştır.
Marx’ın
ideolojisinde ise Sanayi devrimi ve gelişen kapitalizm temel göndergeleri
oluşturmaktadır. Marx, sanayi devrimi sonrası kitlesel olarak açığa çıkan emek
gücünü ve bunun metalaştırılmasını sorunsallaştırmıştı. Doğrusu öz itibarıyla bakıldığında
marx’ın problem yaptığı şeyin bugün neo-liberal politikalar çerçevesinde daha
da büyüyen bir sorun olduğu görülebilir.
Yine
Marksist çerçevede bir okuma olan Fredrich Jameson’ın “Postmodernizm: Geç
Kapitalizmin Küresel mantığı” isimli eseri de postmodernliğin ekonomi
politiğini kapitalizmin yeni ulaştığı küresel boyutta analiz etmektedir. Esasen
erken sanayi devriminin ardından gelen ikinci, üçüncü devrimler bugün robot
teknolojisi, yapay zeka ve transhümanizmle birlikte bir başka boyuta taşınmıştır.
Dolayısıyla bugün eğitim, toplum, kültür, din vb. tüm süreçleri doğru okumak
için ekonomi politiğe özel bir dikkat çekmek gerekmektedir. Daha Türkçe
söyleyelim; para her şeyi öncelemektedir. Doğrusu bu yargı Müslüman toplumlarda bile doğrulandıktan
sonra, diğerlerine bakmaya bile gerek yoktur.
Küresel
postmodern dünya yeni bir ekonomi politiği işaretlemektedir. Ya da liberalizmin
“çağdaş” hali olan “neo” önekini alarak yeni bir boyuta evrilmiştir. Bu ekonomi
politikte “sürekli tüketim”, kitleleri buna uygun hale getirmek konusunda
propagandasına devam etmektedir. Bu yeni gerçekliğin ya da ekonomi politiğin
epistemolojik ayağıdır. Finansal ekonomi ile birlikte ciddi para basılarak
dünyaya dağıtılmıştır. Üçüncüsü de, tüm dünyada önemli oranda bir
borçlan(dır)ma yaratılmıştır ve uzun vadede bu kitlelerin aleyhinedir.
Muhtemelen yük(ümlülüğ)ü de kitlelerin üzerinde kalacaktır. Dördüncüsü, dünya
ölçeğinde gelir dağılımı adaletsizliği ile servetleri devasa olarak artan dünya
şirketleri ve kitlelerin yoksullaşmasına doğru gidilmektedir. Pandemi bu
kırılmaya biraz daha imkan sağlamış görünmektedir. Ya da bu ekonomik kırılmanın
üzerine pandemi denk ge(tiri)lmiştir.
Özü
itibarıyla “liberty” yani özgürlükten gelen liberalizmin temeli birey ve onun
atılımlarına dayanmaktadır. İlk bakışta, bireyin açılımlarını sonsuz imkan
tanıma bağlamında özgürlükçü bir yaklaşım olarak görünmekle birlikte, hiçbir
zaman tam bir liberal toplum olamadı. Çünkü çoğu Avrupa uygulamaları toplumdaki
gelir adaletsizliğinin çoğunluğun aleyhine gelişmesini sağladı. Dünya bir bütün
olarak göz önüne alındığında da, “öteki” ülkelerin aleyhine gelişen
adaletsizlikler söz konusudur.
İnsanımız
kominizm ve liberalizm karşı karşıya geldiğinde, liberalizmi daha kendisine
yakın bulmaktadır. Muhafazakar çoğunluk sürekli Marx’ın “din afyondur” sözünü
hatırlatarak da liberalliğe yığınak yapmaktadır. Fakat bu soyut bir liberalizm
savunusudur açıkçası. Toplumumuzun liberalleri bile bana kalırsa
muhafazakardırlar. Fakat toplum ne Marx’ın bu sözünün gerçekliği üzerine ciddi
olarak düşünmüştür ne de liberalizmin ne olduğunu bilmektedir.