Neo feodalizm çağında insan kalmak
Yapılan bir araştırmaya göre, Amerikalı yetişkinlerin yarısında prediyabet veya tip 2 diyabet var. Gençlerin yüzde 30'u diyabet hastası.
Doğurganlık her yıl yüzde 1 oranında azalıyor. 1970'lerden bu yana sperm sayıları her yıl yüzde 1 oranında azalıyor.
Yetişkinlerde kanser vakalarının sayısı ise yüzde 79 arttı. Hemen öldürmeyen ama süründüren ve ömür boyu ilaca mahkûm eden bir tıp bilimi!
Uncut-news sitesinin haberine göre, ABD'de tarım arazilerindeki yabancı mülkiyeti 2010'dan bu yana yüzde 66 artmış. Yabancı yatırımcıların 2021'de yaklaşık 40 milyon dönüm tarım arazisine sahip olduğu söyleniyor.
2022 yılında bu sayı 43,4 milyon hektara çıkmış. ABD tarım arazilerinin yabancı şirketler tarafından satın alınma oranı da 2015 ile 2021 arasında yılda 2,2 milyon dönüm artmış.
Birçok ülkede oransal olarak bu tür rakamlar vardır. Örneğin ülkemizde toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2022 yılında bu rakam 1,62 olarak tespit edilmedi mi?
Şimdi biraz geriye gidelim, Rockefeller Vakfı, Kasım 1952’de 100 bin dolar para ile Nüfus Konseyi’ni (Population Council) kurdu.
İki yıl sonra Türkiye’de İhsan Doğramacı ile temas kurdular ve Türkiye için özel bir çalışma ekibi oluşturdular.
1956'da ise Guy Callendar başta olmak üzere günümüzün satılmış uzmanları gibi olan bir ekibe "Atmosferdeki CO2 artış sorunu üzerine bir çalışma yaptırdılar.
1954 yılında da Dixie Cup şirketinin kurucusu Hugh Moore, Nüfus Bombası (Population Bomb) adlı bir kitapçık yayımladı. Güya dünya barışının korunması için nüfus artışının sürdürülemez olduğunu dikkat çekmek istiyordu.
Sonra, “Biz temel olarak doğum kontrolünün toplumsal ve insani boyutları ile ilgilenmiyoruz. Biz komünistlerin dünyayı ele geçirmek için aç ve fakir insanları kullanmaları ile ilgileniyoruz“ dediler.
Rockefeller Vakfı’nın 1950 sonrası başta Türkiye olmak üzere, birçok ülkede nüfus kontrol ve tarım politikalarının dönüşümü için yüzbinlerce doları nasıl harcadığını biliyoruz.
Hatta John D.Rockefeller, 26 Eylül 1966 tarihinde dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e bu konuda bir de mektup göndermiştir.
Bakınız daha 1938 yılında HG Wells adlı bir yazara dijitalizm üzere romanlar yazdıran bir yapılanmadan bahsediyoruz. Teknolojiyi kullanarak bir “dünya organizması” inşa etmek için hemen her türlü planlama yapılmış.
Bunun için de üniversitelere, okullara, medyaya, aktivistlere, STK'lara ve düşünce kuruluşlarına bol miktarda fon sağlamayı da ihmal etmiyorlar.
Kısacası köylerde tarım bitiyor, eğitim sistemleri çok uluslu şirketlere müşteri yetiştiriyor, tıp bilimi ilaca mahkûm eden zorlu bir hayatı dayatıyor, gıda diye böcek reklamları yapılıyor, insanlar zihnen, ruhen ve bedenen yeni dünyanın dirençsiz ve zayıflatılmış birer nesnesine dönüştürülüyor.
Bir avuç şirket, medya endüstrisine hâkim ve kamuoyuna gerçek bilginin ulaşmasını önlüyor.
Gazeteci Ben Norton bir yazısında büyük teknoloji şirketlerini ortaçağ Avrupa'sındaki feodal beylere benzetti.
Silikon Vadisi tekelleri, ekonominin inşa edildiği dijital arazinin sahibi ve özelleştirilmiş altyapılarının kullanımı için de bizlerden kira talep ediyor diyor. Çok haklı.
Hakikaten bu sistem neo-feodalizme benzemiyor mu? Tıpkı ortaçağ Avrupa'sının feodal lordlarının tüm topraklara sahip olması ve hemen herkesi efendileri için yiyecek üreterek hayatı zorlaştıran serflere dönüştürmesi gibi bir durumu yaşıyoruz.
Büyük Teknoloji şirketleri dünyayı kolonileştiriyor. Hemen her ülkede, modern ekonominin üzerine inşa edildiği dijital altyapı, çoğunluğu Silikon Vadisi'nde bulunan bir avuç tekelin mülkiyetinde ve kontrolünde ilerliyor.
Bu gerçekler karşısında insan oluşumuza dair yeni baştan bir değerlendirme yapmalıyız diyorum.