Negatifte Eşitlenmek
Farklı dini, mezhebi, ideolojik ve dünya görüşüne sahip insanların ortaya koydukları argümanlara baktığımız zaman mealen şunu söylüyorlar: “Tamam biz başarılı olamadık; ancak siz de iyi değildiniz.” Türkiye’nin özellikle son kırk yılındaki siyasal, toplumsal, kültürel vb. süreçlerindeki şahitliğim buradaki patinajı bir türlü aşamadığımızı bana gösterdi.
“Negatifte eşitlenmek” diye isimlendirdiğim bu durum, Türkiye’ye ve insanlığa dair yeni tezler ve öneriler gündeme getirerek tartışmak yerine, ideolojik angajmanların hepsinin aynı hizada sıralandıkları bir üretimsizliği gittikçe aşikar kılmaktadır. Tezler ve öneriler üzerinden ve bu dili kullanan bir tartışma yerine “öteki”nin açıklarını bularak kendini ibra etme tutumunu yaygınlaştırmaktadır.
Özellikle 1960’dan sonra dünya konjonktüründeki değişimlerin de rüzgarıyla Türkiye’de etkili olan sol düşünce, 1970’ler boyunca siyaseten iktidara tutunmaya çalıştı. Ancak 1980 sonrasında giderek azalan siyasal ağırlığı ve sonrasında bir derecede donmuş varlığı ile bugüne kadar gelmiştir. Özellikle dünya ölçeğinde Marksist ve sol adına geliştirilen düşünceleri Türkiye’ye tercüme etmekle çoğu zaman iktifa eden kültürel ve düşünsel bir hareket olarak sol, hala gelinen noktada bir yerlilik sorunu yaşamaya devam etmektedir.
Türkiye dışında düşünsel anlamda hatırı sayılır bir sol edebiyatı ile marksiszmin yeni gelişen durumlara cevap üretme girişimleri, burada bir yerli zemine oturtulamadığı için sol düşüncenin kendi muhatap kitlesinin popüler kesimlerine bile hitap etmekte zorlandığı görülecektir. Öte yandan sürekli eleştirilerle yol almaya çalışırken, mevcut yaşananlar için temel tezlerinin (tabii ki yerli zemine oturtulmuş ve somutlaştırılmış) ne olduğu da çok aşikar değildir.
Pandemi sürecinde sol entelektüelin artan eleştiri dozunun, bir yandan dünya sistemi olarak kapitalizmin krizi, diğer yandan daha yerel bir faktör olan İslamcılığın zafiyetleri üzerinden yükseldiği görülmektedir. Hatta bu süreçte solcular tekrar ümitlenerek sıranın kendilerine geldiği ve solun tam zamanı olduğunu dillendirmeye başladılar. Ancak bunu giderek büyümüş bir dünyanın karşısında hangi tezlerle yapacaklarını bir türlü söylemediler. Tez derken Marks’ın söylediklerini kastediyorlarsa, bunun içinde yaşadığımız dünyaya ne kadar dar geleceğini zaten kendileri de biliyorlardır.
Yine liberal ve sağ dediğimiz düşüncelerin acaba kamuoyu çağdaş anlamda nasıl bir tezi olduğunu biliyor mu? Meselâ bu ülkede pragmatik uygulamaları dışında liberalizm diye bir ideolojinin teorisi ve bunun tezleri var mı? Bu ülkeye dair ne söylüyorlar? Bunlar tartışılan bir mesele olmadığı için her şeyden önce toplum olarak yönsemelerimizi belirleyemiyoruz.
Bu bağlamda İslamcılığın da gelinen noktada ciddi bir eleştirisinin yapılması gerekiyor. İslamcılık Osmanlı’da başlayan modernleşme sürecinin başından bu yana “din”den alınan mesafe ve “mazlum”luk söylemini devam ettirmektedir. Bu söylemlerin bir müddet zikredilse bile bir müddet sonra en azından benim tarafımdan aşılarak dünyaya bir şey söylemek tavrına girilmeliydi. İslamcılık düşüncesinin entelektüel bir hareket olarak giderek zayıflaması, pragmatist tavırları hızlandırdığı gibi içinde yaşadığımız global dünyanın krizlerine dair öneriler sunmasının da önüne geçmektedir.
Türkiye’miz artık bu patinaj durumunu aşarak bu ülkeye dair ciddi tartışmalar yapmak zorundadır. Bunun için öncelikle yapılması gereken başta üniversiteler olmak üzere üniversite içi ve dışı entelektüel düşünce ve tartışmalara ağırlık verilmesidir. Artık kaybedecek vakit ve bu şekilde gidecek bir yol kalmamıştır.