Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2503.61
BIST 100
9474.81
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Nefs imiş iblise telbis öğreten

Burada haftada bir yazdığım her yazımdan sonra kendime, bir sonraki yazımda edebiyattan bahsedeceğime dair söz veriyorum. Yazımı yazmaya başladığımda da kendime verdiğim bu söz aklıma gelir. Bu sebeple hafızamı yokluyor ve ezberimde kalan beyitlerden birini seçip yazıyorum. Ne var ki, yazıyı bitirdiğimde, önceki yazılarımda olduğu gibi yine siyasete kaydığımı, yine devlet yönetme geleneğinden, yine adaletten, yine liyakatten bahsettiğimi hayretle müşahede ediyorum. Bunun değişik nedenleri vardır. Kanaatimce en önemli olanı, görüştüğümüz insanların gündeminde, oturduğumuz ortamlarda edebiyatın değil siyasi konuların ön planda olmasıdır.

Bu yüzden her insan gibi ben de ister istemez etkileniyor, dost sohbetlerinde gündeme gelen konuları yazarak, yönetilen ve yönetenler arasındaki iletişim kanallarının sağlıklı çalışmasına karınca kararınca katkıda bulunmaya çalışıyorum. Dolayısıyla şiir de okusam, roman da okusam, hikâye de okusam aklımda hep halkın gündemindeki konular, dost sohbetlerinde dile getirilenler vardır.

Okumakta olduğunuz yazıya başlamadan önce aklıma gelen beyit, şiirlerinde “Muhibbi” mahlasını kullanan Kanuni Sultan Süleyman’ın şu beytidir:

“Akl ile ışk sineye sığmaz Muhibbiyâ

Her biri der ki anı kabul eyle ya beni”

“Ey Muhibbi, akıl ve aşk göğse sığmaz. Her biri ya onu kabul et ya beni der”

Bu beyit, hafta içinde bir vesile ile bir araya geldiğimiz dostlarımızla konuştuğumuz konuları çağrıştırdı. Malum, Cumhuriyetin ilanından Ak Parti iktidarlarına kadar cılız ve kısa süreli bir iki denemenin dışında tek başına iktidar yüzünü görmeyen büyük bir camianın mensuplarıyız. Dostlarla yaptığımız sohbette hep kendimizden bahsettik. İdealist bir hayat yaşamaya çalıştığımız eski günlerimizden, millet memleket ve değerlerimiz için nasıl gayret ettiğimizden ve nasıl samimi çalıştığımızdan, pür sadakatle ve kişisel menfaat düşünmeden yaptığımız fedakârlıklardan, 28 Şubat sürecinin ceberrut yönetiminden, bize yapılan zulümlerden, haksızlıklardan vb. durumlardan söz edip durduk. En sonunda ise şimdiki halimizden, zaman zaman olaylar karşısındaki savruluşumuzdan, dünyalık hırsımızdan, şöhret makam ve para gördükten sonra kimi zaman kendimizi kaybedişimizden; özetle aşk ve akıl arasında sıkışıp kaldığımızdan, ikisini bir arada tutmayı başaramadığımızdan bahsettik.

Bilirsiniz, aşk bir gönül işidir. Bu işte tamamen sevilenin rızası vardır. Bu yüzden sevilenin rızasını kazanma uğrunda çekilen zahmetler bulunmaz bir nimet ve rahmet olarak kabul edilir. Aksine bu yoldaki zahmetlerin tarif edilemeyecek bir tadı ve lezzeti vardır. Siyaset ise tamamen akıl işidir ve en büyük siyaset dürüstlüktür. Bu ayarda yapılırsa toplumda huzur ve güven olur. Bu yüzden başkasına bırakılamayacak kadar değerlidir.

Ne var ki, akıl kimi zaman pragmatist davranır; menfaatçidir. Yanına gönlü değil nefsi aldı mı yapamayacağı çılgınlık kalmaz. Nefs, aklın aklına gelmeyen kötülükleri de aklına getirerek yanlış düşündürtür, yanlışları yaptırtır. Çünkü “nefs imiş iblise telbis öğreten”. Bahanesi de hazırdır nefsin,“siyaset gereği”.

Yazdıklarımın bir anlamı olur mu bilemiyorum ama bize düşen seferdir; zafer Allah’ın takdirindedir ve layık olana verilir. Buna layık olmamız ve verilen nimetlerin geri alınmaması Hakk’ın rızasına bağlıdır. Hakk’ın rızası halkın rızasındadır. Halkın arzusu, “adalet ve refah”tır. Bunu temin etmemiz ve korumamız için şu hususları yeniden hatırlamamız ve gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum:

  1. Birey ve toplum olarak gönlümüzü kontrol etmeli, niyetimizin, arzu ve emelimizin hangi yöne eğilim gösterdiğine bakmalı, samimiyetimizi ve iyi niyetimizi korumalı, fedakârlık ve gayretimizi artırmalıyız.
  2. Yanımızdakilerin de niyetlerini ve yaptıklarını iyi bilmeli, hainleri yanımızdan uzaklaştırmalı, samimiyetlerini kaybetmemiş dostlarımızı arayıp bulmalı, gönlü kırıkların gönüllerini her hal ü kârda yeniden kazanmalıyız.
  3. Bahçemizdeki ayrık otlarını temizleyerek fitne tohumlarının yeşermesine müsaade etmemeli; pirincimizin arasındaki beyaz taşları ayıklayarak yan yana saf tutan dişlerimize halel getirmelerine fırsat vermemeliyiz.
  4. Karar süreçlerinde ve uygulamada bilimsel verilerden yararlanmalı, sadece basit anketlere bağlı kalınmamalı, halkın hayatına dokunarak ve onlarla yüz yüze görüşerek, gerektiğinde evlerine misafir olarak beklentilerini tespit etmeli, imkânlar dâhilinde taleplerini karşılamalıyız.
  5. Bütün ilişkilerimizde tam bir samimiyetle hareket etmeli, kibirli olmamalı, kimseyi aşağılamamalı, Yaratan’dan ötürü yaratılana değer vermeli, adaleti mutlak manada sağlamalı ve Allah’tan başkasına umut bağlamamalıyız. O hayrı ve başarıyı dilediğinde sebepleri halk eder.

Çünkü yaratan, yaşatan, doyuran, koruyan, öldüren, dirilten, hesap soran, ödüllendiren, cezalandıran; özetle, mutlak manada güç ve kuvvet sahibi olan yalnız O’dur.