Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.55
Gram Altın
2498.31
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Ocak 2023

Nefret Suçu (Hate Crime) ve medeniyet

Nefret suçu (hate crime), mağdurun sosyal grubuna yönelik önyargılı tutumlardan beslenerek yapılan yıkıcı, tehdit içeren, zarar verici ve yasaya aykırı davranışlar olarak tanımlanabilir.

Etnik kimlik, din, ırk, cinsel kimlik, yaş, engellilik, ten rengi, dil gibi çeşitli özelliklere dayanarak işlenen öldürme, yaralama, mülke zarar verme, tehdit etme gibi suçlar nefret suçları kapsamında değerlendirilmektedir

Önyargılardan beslenen nefret, geçmişten günümüze birçok ırksal, dini, siyasi ve etnik gruba yönelik suçun kaynağını oluşturmuştur.

Günümüzde sosyal medya üzerinden sıklıkla işlenen bu suçun en son örneği TİP üyesi, aynı zamanda milletvekili olan Sayın Barış ATAY kardeşimin hiçbir ayrım gözetmeksizin büyük bir önyargı zafiyetinin sonucu olduğu belli olan, ülkenin büyük çoğunluğunu şeriat özlemi duygusu ile ötekileştirip ‘’kökünüzü kurutacağız’’ söylemi oldu. Sayın Atay’ın bu tehdit ile neyi hedeflediğini ve neye hizmet ettiğini anlamak zor.

Zira; önyargıyla ilişkisi doğrultusunda nefret suçları ve nefret söylemleri de sosyal baskınlık yönelimi ile yakından ilişkilidir. Başka bir şekilde ifade edilecek olursa bireylerin iç gruplarını dış gruplardan hiyerarşik olarak daha üst ve baskın görme arzusu ve algısı, dış gruba yönelik nefret söylemlerine ve suçlarına da zemin hazırlamaktadır.

‘’Kökünüzü kurutacağız’’ hedef ve siyasetinin tarihteki yansımalarına Nazi Almanya’sı ve 2. Dünya Savaşı İtalya’sında çok net şahit olduk.

İnsanlar şiddete başvurmadıkça istediklerini söyleme ve paylaşma özgürlüğüne sahip olmaları elzemdir. Oysa ‘kökünüzü kurutacağız’ sözü tamda içinde kin, nefret ve şiddeti barındırıyor. Demek ki nefret söyleminin sağı solu olmuyor. Bu tür söylemler, İŞİD’in söylemleri ile tam bir paralellik arz etmiyor mu?

Evet, hoşgörü ve tüm insanların eşit haysiyetine saygı; demokratik, çoğulcu bir toplumun temellerini oluşturur.

Gelelim kökü kurutulacak olan kesimlerin mensubu olduğu medeniyete.

Şu bilinmelidir ki; İslam sadece bir inanç değildir. Sadece inanca bağlı, bir takım itikatlara bağlı bir takım fiillerden ibaret değildir. Sadece ahlak da değildir.

İslam bir medeniyettir. Hatta tüm medeniyetlerin anası bir medeniyettir. Medeniyetler medeniyetidir İslam.

Bir yandan Çin, Hindistan ve uzak doğuyu içine alan Doğu medeniyeti. Diğer yanda, Grek ve sonrasında Roma medeniyetine dönüşen Batı medeniyeti.

Asıl olan ise Doğu ve Batı'nın tam ortasında. Kaynağı Ortadoğu, Dicle Fırat arası, Bereketli hilal denilen ve insanlığın doğuş yeri olarak kabul edilen medeniyetler ki, bunun temeli Uluhiyet ve Rububiyete dayalı Mezopotamya ve Hanif medeniyetidir.

Bu medeniyet, en mükemmel zirvesini İslam medeniyeti olarak yaşamıştır. Hz. Adem’den Hz. İbrahim'e kadar gelen bir medeniyet.

Zira Batı medeniyeti, kısmen başka unsurlarında karıştığı apayrı bir Hıristiyanlığı ve Yahudiliği almışsa da, Pagan, Grek, Roma medeniyetinden, yani putperestlik ve çok tanrıcılık çağından kalıntılar almış, bununla da yetinmemiş Rönesans tan sonra çok daha başka diyalektik katkılarla melez bir medeniyet ortaya çıkarmıştır.

Aslında Batı medeniyetinin ruhî iskeleti olduğu varsayılan Hıristiyanlık, İslâm'da olduğu gibi “mutlak (evrensel) ahlâk” temeli üzerinde kuruludur. Bu nedenle Batı uygarlığının köklerini aslında Hristiyanlıkta değil, Avrupa'yı doğuran eski Romalıların hayat anlayışlarında ve düzenlerinde aramak gerekir.

Zevk, sefahat ve aristokrasinin sembolü, Zühdün ve tevazuun karşısında olan bir Roma.

Roma mirası bu melez medeniyet, zaten barbar olan batı toplumunda çok kanlı ve acı bir tarih yazmıştır. Endülüs’te İslam medeniyeti ile tanışınca Batı, ancak o zaman biraz kendini toparlayabilmiştir.

Medeniyetlerin birbirlerini fark etmesi ile İslâm dünyasına Batı'dan gelen ciddi bir tehdit söz konusu oldu; çünkü Batı dünyasının ekonomik ve politik çıkarlarının İslâm dünyasında kuvvetli bir zemini vardı. Modernizm ile birlikte batının bu tür çıkarları, İslâm ülkelerinde hem sosyal hayatı hem de dine bakışı etkilediği için, önemli problemler ortaya çıkmıştır.

Sömürgecilikle beraber, batı medeniyeti karşısında yürütülen mücadele, İslam medeniyetinin ana eksenindeki ‘'batıla karşı direniş'' düşüncesinden kaynaklanmaktadır.

Bereketli ve kadim İslam coğrafyalarında İslam medeniyetinin eğitiminden geçmiş küçük çapta topluluklar veya gruplar bile, sömürgecilere ve yerli işbirlikçilerine karşı amansız savaşlar vermiş onların niyetlerini ve işbirlikçiliklerini açığa çıkarmıştır.

Aynı zamanda, kendi çağına göre ilmi ve kültürel donanımı yüksek olan bu kesimler toplumdaki yanlış din anlayışını düzeltmeye çalışmış, İslam ülkelerindeki adaletsizliğe ve sermayenin kapitalleşmesine karşı direnmiş ve kadim medeniyetin özünde olan dinamikleri harekete geçirmiştir.

Kadim coğrafyalarımızda medeniyet binamız onarılırken, Batı medeniyetinde, demokrat, faşist, komünist, emekçi, ya da düşünür her kim olursa olsun, sıradan her Avrupalı tek bir din tanıyordu; O da, maddi ilerlemeye tapınmak, yani hayatta, hayatın kendisini gittikçe kolaylaştırmaktan başka herhangi bir hedefin bulunmadığına inanılan dine.

Bu medeniyetin inandığı dinin tanrıları büyük fabrikalar, laboratuvarlar, makyaj, dijital ekranlar, internet, sanal dünyalar. Kâhinleri ise, bankerler, teknokratlar, sinema yıldızları ve medya patronlarıdır.

Zira maddi ve bireysel çıkarlar ve sosyal yozlaşma toplumu eninde sonunda çatışmaya götürecektir.

Şu anda batı medeniyeti ve Avrupa'nın yaşadığı bunun ta kendisidir.

Ve tüm Dünya, yaşadığımız yirmi birinci yüzyılda maalesef bu çatışmanın çok daha ilkel boyutuna şahitlik etmektedir.