Nefret Suçu (Hate Crime) ve medeniyet
Nefret suçu (hate crime), mağdurun sosyal grubuna yönelik önyargılı tutumlardan beslenerek yapılan yıkıcı, tehdit içeren, zarar verici ve yasaya aykırı davranışlar olarak tanımlanabilir.
Etnik kimlik, din, ırk, cinsel kimlik, yaş, engellilik, ten
rengi, dil gibi çeşitli özelliklere dayanarak işlenen öldürme, yaralama, mülke
zarar verme, tehdit etme gibi suçlar nefret suçları kapsamında
değerlendirilmektedir
Önyargılardan beslenen nefret, geçmişten günümüze birçok
ırksal, dini, siyasi ve etnik gruba yönelik suçun kaynağını oluşturmuştur.
Günümüzde sosyal medya üzerinden sıklıkla işlenen bu suçun
en son örneği TİP üyesi, aynı zamanda milletvekili olan Sayın Barış ATAY
kardeşimin hiçbir ayrım gözetmeksizin büyük bir önyargı zafiyetinin sonucu
olduğu belli olan, ülkenin büyük çoğunluğunu şeriat özlemi duygusu ile
ötekileştirip ‘’kökünüzü kurutacağız’’ söylemi oldu. Sayın Atay’ın bu tehdit
ile neyi hedeflediğini ve neye hizmet ettiğini anlamak zor.
Zira; önyargıyla ilişkisi doğrultusunda nefret suçları ve
nefret söylemleri de sosyal baskınlık yönelimi ile yakından ilişkilidir. Başka
bir şekilde ifade edilecek olursa bireylerin iç gruplarını dış gruplardan
hiyerarşik olarak daha üst ve baskın görme arzusu ve algısı, dış gruba yönelik
nefret söylemlerine ve suçlarına da zemin hazırlamaktadır.
‘’Kökünüzü kurutacağız’’ hedef ve siyasetinin tarihteki
yansımalarına Nazi Almanya’sı ve 2. Dünya Savaşı İtalya’sında çok net şahit
olduk.
İnsanlar şiddete başvurmadıkça istediklerini söyleme ve
paylaşma özgürlüğüne sahip olmaları elzemdir. Oysa ‘kökünüzü kurutacağız’ sözü tamda
içinde kin, nefret ve şiddeti barındırıyor. Demek ki nefret söyleminin sağı
solu olmuyor. Bu tür söylemler, İŞİD’in söylemleri ile tam bir paralellik arz
etmiyor mu?
Evet, hoşgörü ve tüm insanların eşit haysiyetine saygı;
demokratik, çoğulcu bir toplumun temellerini oluşturur.
Gelelim kökü kurutulacak olan kesimlerin mensubu olduğu
medeniyete.
Şu bilinmelidir ki; İslam sadece bir inanç değildir. Sadece
inanca bağlı, bir takım itikatlara bağlı bir takım fiillerden ibaret değildir.
Sadece ahlak da değildir.
İslam bir medeniyettir. Hatta tüm medeniyetlerin anası bir
medeniyettir. Medeniyetler medeniyetidir İslam.
Bir yandan Çin, Hindistan ve uzak doğuyu içine alan Doğu
medeniyeti. Diğer yanda, Grek ve sonrasında Roma medeniyetine dönüşen Batı
medeniyeti.
Asıl olan ise Doğu ve Batı'nın tam ortasında. Kaynağı
Ortadoğu, Dicle Fırat arası, Bereketli hilal denilen ve insanlığın doğuş
yeri olarak kabul edilen medeniyetler ki, bunun temeli Uluhiyet ve Rububiyete
dayalı Mezopotamya ve Hanif medeniyetidir.
Bu medeniyet, en mükemmel zirvesini İslam medeniyeti olarak
yaşamıştır. Hz. Adem’den Hz. İbrahim'e kadar gelen bir medeniyet.
Zira Batı medeniyeti, kısmen başka unsurlarında karıştığı
apayrı bir Hıristiyanlığı ve Yahudiliği almışsa da, Pagan, Grek, Roma
medeniyetinden, yani putperestlik ve çok tanrıcılık çağından kalıntılar almış,
bununla da yetinmemiş Rönesans tan sonra çok daha başka diyalektik katkılarla
melez bir medeniyet ortaya çıkarmıştır.
Aslında Batı medeniyetinin ruhî iskeleti olduğu varsayılan
Hıristiyanlık, İslâm'da olduğu gibi “mutlak (evrensel) ahlâk” temeli üzerinde
kuruludur. Bu nedenle Batı uygarlığının köklerini aslında Hristiyanlıkta değil,
Avrupa'yı doğuran eski Romalıların hayat anlayışlarında ve düzenlerinde aramak
gerekir.
Zevk, sefahat ve aristokrasinin sembolü, Zühdün ve tevazuun
karşısında olan bir Roma.
Roma mirası bu melez medeniyet, zaten barbar olan batı toplumunda
çok kanlı ve acı bir tarih yazmıştır. Endülüs’te İslam medeniyeti ile tanışınca
Batı, ancak o zaman biraz kendini toparlayabilmiştir.
Medeniyetlerin birbirlerini fark etmesi ile İslâm dünyasına
Batı'dan gelen ciddi bir tehdit söz konusu oldu; çünkü Batı dünyasının ekonomik
ve politik çıkarlarının İslâm dünyasında kuvvetli bir zemini vardı. Modernizm
ile birlikte batının bu tür çıkarları, İslâm ülkelerinde hem sosyal hayatı hem
de dine bakışı etkilediği için, önemli problemler ortaya çıkmıştır.
Sömürgecilikle beraber, batı medeniyeti karşısında yürütülen
mücadele, İslam medeniyetinin ana eksenindeki ‘'batıla karşı direniş''
düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Bereketli ve kadim İslam coğrafyalarında İslam medeniyetinin
eğitiminden geçmiş küçük çapta topluluklar veya gruplar bile, sömürgecilere ve
yerli işbirlikçilerine karşı amansız savaşlar vermiş onların niyetlerini ve
işbirlikçiliklerini açığa çıkarmıştır.
Aynı zamanda, kendi çağına göre ilmi ve kültürel donanımı
yüksek olan bu kesimler toplumdaki yanlış din anlayışını düzeltmeye çalışmış,
İslam ülkelerindeki adaletsizliğe ve sermayenin kapitalleşmesine karşı direnmiş
ve kadim medeniyetin özünde olan dinamikleri harekete geçirmiştir.
Kadim coğrafyalarımızda medeniyet binamız onarılırken, Batı
medeniyetinde, demokrat, faşist, komünist, emekçi, ya da düşünür her kim olursa
olsun, sıradan her Avrupalı tek bir din tanıyordu; O da, maddi ilerlemeye
tapınmak, yani hayatta, hayatın kendisini gittikçe kolaylaştırmaktan başka
herhangi bir hedefin bulunmadığına inanılan dine.
Bu medeniyetin inandığı dinin tanrıları büyük fabrikalar,
laboratuvarlar, makyaj, dijital ekranlar, internet, sanal dünyalar. Kâhinleri
ise, bankerler, teknokratlar, sinema yıldızları ve medya patronlarıdır.
Zira maddi ve bireysel çıkarlar ve sosyal yozlaşma toplumu
eninde sonunda çatışmaya götürecektir.
Şu anda batı medeniyeti ve Avrupa'nın yaşadığı bunun ta
kendisidir.
Ve tüm Dünya, yaşadığımız yirmi birinci yüzyılda maalesef bu
çatışmanın çok daha ilkel boyutuna şahitlik etmektedir.