Nefis muhasebesi- 4
Bu dünyada insanoğluna akıl ile beraber verilen
nefis, hesaba çekilmekten asla hazzetmez ve hiç hoşlanmaz. Çünkü onun
fıtratında kendini beğenme, kendini üstün görme ve daima istek, arzu ve
ihtiraslarını haklı ve güzel görme duygusu vardır. Bundan dolayı o, en ufak bir
eleştiri karşısında hemen savunmaya geçer ve kendini haklı çıkarmak için sebepler
uydurur.
Yine bunun içindir ki birçok insana;
yanlış yolda olduğu ve hatalı iş yaptığı hatırlatıldığı zaman, hiç düşünmeden
hemen kendini haklı çıkarmak için gerçek ve realite ile hiçbir şekilde bağdaşmayan
açıklama ve yorumlara başvurur.
Bu, insanın kendi istek ve arzularını güzel
görme hali, başkaları ile tartışırken olduğu gibi yalnızlık hâlinde ve iç
dünyasında da olur. Nitekim kişi nefsiyle baş başa kaldığında, yaptıklarını haksız
ve mantıksız görmeye başlayınca, hemen bu sıkıntıdan kurtulmak için bahaneler üretmeye
ve kendini temize çıkarmaya başlar.
Allahü Teâlâ’nın emri olduğu halde Şeytan,
Âdem aleyhisselam önünde secde etmedi. Çünkü kendisini O’ndan üstün gördü. Dolayısıyla;
“niçin bütün melekler secde ettiği halde, kendisinin bundan imtina ettiği”
sorulduğunda hemen kendini savunmaya başladı. İblis’in bu hali, nefsi her
şeyden üstün görme sakat anlayışının pratiğe yansımasıdır. Âyet-i kerimelerde
buyuruldu ki:
“Hani Rabbin meleklere demişti ki: ‘Ben
çamurdan bir insan yaratacağım. Ona tam şeklini verip ruhumdan da üflediğim
vakit hemen onun için secdeye kapanın.’ Bunun üzerine meleklerin hepsi secde
ettiler. Yalnız İblîs hariç; o, kibir duygusuna kapılıp
kâfirlerden oldu. Allah; ‘Ey İblîs’ dedi, ‘Kendi ellerimle yarattığım şu
varlığın önünde secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü taslıyorsun
yoksa ululardan mısın?’ İblîs, ‘ben ondan daha
üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın,’ diye cevap verdi.
Allah, ‘O halde çık oradan,’ dedi: “Sen artık kovuldun! Kıyamet gününe kadar
rahmetimden uzak kalacaksın!” (Sad
71-78)
Başka bir örnek de şöyledir. Musa
aleyhisselamın akrabası olan Karun’a, “Allah’ın sana lütfettiği zenginlik
karşılığında, insanlara iyilikte bulun,” denildiği vakit; hemen savunmaya
geçti. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Karûn Mûsâ’nın kavmindendi. O,
gücüne dayanarak onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik
ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona
şöyle demişti: ‘Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana
verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah
sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas 76-77)
Karun da tıpkı İblis gibi bu haksız ve
batıl düşüncesinden dolayı helak olup gitti. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:
“Sonunda biz onu (Karun’u) ve evini barkını yerin dibine geçirdik.
Artık Allah’a karşı ona yardım edecek adamları olmadığı gibi, kendi kendini
kurtarabilecek durumda da değildi.” (Kasas 81)
Bu âyet-i kerimeler ışığında düşündüğümüz
zaman; kişinin ilim sahibi bile olsa, kendisini nefsinin kötü yönlendirmesinden
koruyamayabileceği, tam tersine ilmi sebebiyle arzularına yenilebileceği
anlaşılmaktadır.
Hikmet ehli diyor ki: “Hubbeke’ş-şey’e
yu’mi ve yusimm!” Yani; bir şeyi çok sevmen seni kör ve sağır edebilir. Zira
bu anlayışa sahip kişilerin önünde hevâ ve hevesleri, gerçekleri görmeyi engelleyen
yüksek ve kalın bir duvar gibidir. Bunun için filozoflar ve dünyaya düşkün birçok
âlim denilen kişi, bu şekilde helak olmuştur. Gerçek âlimler ise, tamamen farklıdırlar.
Seyyid Abdülkadir-i Geylanî hazretleri buyurdu ki: “İsyanınız nefsinize,
itaatiniz Rabbinize olsun.”
Evet âlim olsun olmasın hakiki ve
nasipli mümin; asla istek, arzu ve duygularının esiri ve uydusu olmaz. O, bu
fâni dünyada imtihan için bulunduğunun bilinci ile daima mütevazı ve alçak
gönüllü davranır, kendisini hiç kimseden asla üstün görmez. Dolayısıyla o, hep aklını
çalıştırır ve dinin emri ışığında hareket eder…
(Devamı haftaya…)