Dolar (USD)
35.44
Euro (EUR)
36.18
Gram Altın
3058.93
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Ocak 2025

Nefessiz Bir Nokta

Gönülde bir yara…Yâr, gönle uzak düşmüş. Teselli olacak hatıraya tutunmak başka bir yara. Evveli yok, an ise boşlukta.

Hatıralar, ellerimizde canlanan çiçeklerdir. Geçmiş ve geleceği buluşturan ve görünmez köprüler kuran hatıralara sarılı ruhumuz şimdi yorgun.

Gün olur, ruhumuz buluşur umulmadık bir anda. Gizli bir kalem nice derin hatıralar bırakır ömür defterinde. Gün olur, zaman tüm perdelerini kaldırır; gün olur, güneş perde ardından gülümser. Gün olur, ne ışık ne ısı olur.

Toprak kıvamını bulur, tohumla buluşur. Bir, bin olur; umut belirir ve tutunuruz hayata. Bir dua kalbimizde şifa olur. İçimiz engin bir ovaya dönüşür.

Dün; geçmiştir, değişmez, silinmez, düzeltilmez ve düne gidilmez. Dünden umut devşirilmez, dün uçup giden kuşlar gibi. Bir daha dönülmez.

Şimdi zaman oldukça geçti, yeni bir sayfa açıyoruz. Kalemin mürekkebi dolu. Bunu nasıl bitirmeli, nasıl devam etmeli? Korkulara kapılıp durduğumuz yerlerde bilincimiz elimizden kayıp gidiyor. Yazmak, çizmek zor. Yazılanı silmek mümkün değil. Sığmıyor ki elimizdeki kaba. Taşıyor, dökülüp saçılıyor duygular.

Ritmini bozuyor kalbimizin yaşadıklarımız. Raydan çıkar gibi çıkıyor talepler. Kontrolsüz sınırlardan geçip iltica ediyor ruhumuz. Bedenimiz, yediemine bırakılmış ve hurdalıklar parkına çekilmiş. Günden güne paslanıyor kalbimiz. Unutulmuş eşyaların sahipsizlik duygusu buruyor içimizi. Ve tenimizin güneş yanığını kapatan zorlama gülüşler… Gülüşlerden çıkardığımız geçici mutluluk elimizde kalıyor. Bizim değildir o da.

Bir şarkının sözleri ateş olup yakıyor: “İçim yanar…” İçimiz yangın evi. Benzimiz kül gibi. Cümleler neşesini kaybediyor. Nefessiz kalıyor harfler. Heceler düşüyor dilimizin ucundan.

Memnû cümlenin gizli öznesini, hiç yazılamayacak hikâyenin kahramanını çekip alnından vuran silahın susturucu acısına katlanıp yaşamak. Kader! Evet, kader! İçine düşülen deniz midir, sonsuzluğa çıkılan yol mudur? Küstüğümüz dağların yükünü almak. Bizi boğan havanın kurşunlaşan ağırlığı…

Kanın taşıdığı oksijenin azalması gibidir uzak kalmak. Sessizlik, mahrumiyetlerin en sancılısı değil midir? Terk edilmiş şehirlerin sessizliğinin ağır yüzü. Yollara karanlık çöküyor. Kalkıp kervana katılmak için mecal kalmıyor.

Abdülhak Hâmit içinde bulunduğumuz hâli söylemiyor mu? “Kimden kime etmeli şikâyet/Bu müşkile kim verir nihâyet” Nihayeti olmayan cümleler boğazımızda. Kıymık olup batar mı sevgi sözcükleri? Batıyor, kanatıyor belki. Kan kaybından değil ama an kaybından gidiyor bir can. An; sevmekle güzelleşen ve birlikte akan zaman.

Nâmütenâhî bakışlarda kaybolan ruhun içli şarkılardaki aradığı teselliyi kim verecek ki? Toprağın çağrısına uymayan yağmur damlası mıdır? Yoksa yağmura verilmeyen izin mi? Gizli bir müjde midir gelen? Teşhisi bilinen ama tedavisi mümkün olmayan müzmin ve muztarip bu hastalık…

Kader, kafes midir ruhumuzun kapatıldığı? Sorgusuz sualsiz kabul edilen bu rolün hakkı nedir? İçten yıkılan binalar misali değil midir hâlimiz? Şimdi sessiz ve muztarip bir denizdir içimiz. Şikâyeti arz edeceğimiz makamlardan verilen ret yüzümüzü donduran soğuk. “Şekvanı dinledim ezeli muztarip deniz/ Duydum ki ruhumuzla bu gurbette sendeniz” diyen Yahya Kemal gibiyiz. Şimdi nefessiz bir noktadır aşk denizinde sabrımız.