Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Nedim Sarı

Son vaazını bu senenin temmuz ayının son cumasında vermiş ve yine bu senenin 19 Eylül pazar günü son kez cemaatin en önündeydi. Amma sessiz bir şekilde vaaz veriyordu. Bu defa yalnız cezbeye gelenler değil, orada olan herkes göz yaşları arasında arkasında saf tutmuştu. Ben de o yüreği yaralı gözü yaşlı olanların arasındaydım.

On yıllar önce MTA camisinde ve bir cuma vaazında ilk defa tanımıştım onu.

Simasında İslamın şefkat ve halaveti tecessüm etmişti.

Lisanındaki hikmet ve marifet caminin sesiydi.

Yaşantısındaki sadelik, İslam’ın ihtişamı, camiden cemiyete dağılan hakiki yüzüydü.

Kur’an okurken Mısırlı meşhur hafız Sıddık Minşeviyi taklit etmesi ise arkasında kılınan namazın huşu ve huzurunun en canlı tarafıydı.

Yıllar geçiyor ve Nedim hocam artık sığmıyordu bu küçük camiye. Bilhassa cumaları cemaat caddelere taşıyor adeta. O semt bütün ecsamıyla lahuti bir hal alıyordu. Çünkü merhum hocamız kadar çok az insan camiyi böyle salim bir şekilde cemiyetin ve İslam medeniyetinin merkezi haline getiriyordu.

Ey şehri nur olan Diyarbekir! Sen ne kaybettiğinin farkında mısın?.. Ağla ve kıyamete kadar çağla! Dicle nehrinle ve on gözü on çeşme olan tarihi köprünle bağrındaki açılan yaraya merhem ara...

Hocamızın kudsi yolculuğu, Gaziler semtindeki Demirok Camisiyle kemale ulaşmaya başlamıştı. Adeta bütün şehir ve havalisi hatta civar il ve şehri Amid’in bütün ilçelerinden Müslümanlar hocamın camisinin sürekli cuma sakinleri ve sabah namazının müdavimleriydiler.

Zannederim ki çok az alim Nedim hocam kadar Kur’an ve sünneti ve dahi bunların icra yeri olan camiyi müminlere sevdirdi.

Ve yine derim ki çok az alim onun kadar camiyi yeniden asli hüviyetine kavuşturup İslam’ın bütün değerlerini camide cesaret ve hikmetle terennüm etti. Risale-i Nur ve muhterem müellifi Bediüzzaman Said Nursi bunların en başta geleniydi.

Hocamızın yüzündeki tebessüm halindeki halavet ve sürekli kendini ilim ve hikmetle geliştirmesindeki canlılık etrafını daha canlı kılıyor, kendisini de mekanlardan hicret etmenin hikmetiyle yüzleştiriyordu.

Bir gün bana bir kitap hediye etti. Söz uçar yazı kalır fehvasınca vaazlarını kitap haline getirmişti. Benden de bu emeğine emek katmamı istemişti. Bense kitaptan çok kürsünün onun gerçek kimliğini ortaya koyduğunu ve kıyamete kadar ağzının bozulmadan camilerde hakikati haykırmasını istemiştim. O da her zamanki gibi edep dolu şefkatli ve huzurlu tebessümüyle başını hafif öne eğmiş; muhabbet ve uhuvvet dolu o nahif bedeni ve latif kalbiyle bana sarılmış, tevazuunun zirvesindeki haliyle benden dua talebinde bulunmuştu.

Ey şehri sahabe ve evliya! Bu hüzün ve firak, bağrındaki her müminin hayatında unutulmayacak bir rahne açacak. Bu mevsim-i hazanda kederlen ve dahi kaderinle rahmetin kapısında merhameti dillen!

Ve hocamız artık Allah’ın (cc) bir yeni evinde vaaz etmek, orada cemaatinin önünde kemer beste-i ubudiyet etmek istiyordu. Büyük meşakkatlerden sonra nihayet istediği oldu.

Hayatının en büyük hakikatlerinden ve her vaazının ilham kaynağı olan alimlerden Bediüzzaman’ın isminin verildiği camiye tayin oldu.

Zaman ihtiyarlamış, ömür nehrinde İslam’ın suyu, imanın ışığıyla yıkanan Nedim hocamız daha da kemale ermişti. Zannederim ki son demlerinde kürsüden vaaz etmekten ve hutbelerde konuşmaktan yorulmuş gibiydi.

Artık zamanını zeminde lakin başka zeminlerde resmi olmayan gönüller sofrasında sohbet ederek geçirmek istercesine bir tavır takınıyordu bazen. Bense bu halinin geçici olduğunu düşünürdüm. Çünkü her Cuma, vaaz ve hutbesinde onu hep ilk tanıdığım günkü gibi heyecan ve hikmet dolu bir halde görürdüm.

Altı yıl önce ayrıldım bu şehirden. Bütün dostlardan müfarakat, bende büyük bir yaraydı bu şehri hatırlatan. Bazen şehre seyahat eder çoğu zaman telefonla onlarla irtibat kurarak bu elemimi tahfif ederdim.

Ve geçen pazar yine bu elemin tahfifi içün dostlarımla bir araya geldim. Günlerdir aramak isteyip de bir türlü arayamadığım hocamın sesini duymak, hatta mümkünse kendisini görmek istediğimi halvet halkamızdaki can sularına ilettim.

Vaessefa vahasreta... Bu sabah hocamın entübe olduğunu söyledi dostlar. Elemim yüreğimin kârı değilken çok kısa bir süre sonra birden hüzün ve endişeyle bütün lezzetleri acılaştıran bir ses dokundu yüreğimize. Nedim Hocamızın vefat haberi yayıldı şehrin bütün semtlerine.

Her ölüm yürekleri soğutur, dilleri susturur, bakışlara bir elem ve firak acısı tahkim eder.

Bazı ölümler ise her şeye bu hali sirayet ettirir. Bütün varlık onun ölümüyle alakadar olur. Söylenecek her şey boğazda düğümlenir. Sadece kalp üzülmez aynı anda gözler yaşarır. Etrafı derin ve lahuti bir sessizlik kaplar. İşte Nedim hocamızın ölümü de bu ölümlerden biridir zannederim.

Vardık kabristana. Bütün gözü yaşlı müminlerle saf tuttuk hocamızın arkasında. O her zamanki gibi yine en öndeydi. Yeşiller içinde, nezaket ve tebessümünün en sessiz haliyle bizlerden helallik ister gibiydi. Ancak Hazreti Davut (a.s.) gibi sesini saldığı bu alemde sadece baki kalan hoş sedasıydı.

Her fani gibi onun da bedenini bıraktık toprağın bağrına. Ruhunu yolcu kıldık Mevla’nın âlî diyarına. Kabristan semtindeki yaşlısından gencine kadınından erkeğine herkes ağlıyordu. Hele yüzü nurlu, hadislere mazhar olmuş gibi beli bükülmüş bir bahtiyar ihtiyar vardı ki –Nedim hocamızın en kadim dostu, zor zamanlarının abisi, babası her şeyi olan Hacı Hakkı Abimiz– kabrin başında toprağın üzerinde evladının acısından daha büyük bir acı yaşıyormuş gibi ağlıyordu.

Gözlerimiz yaşlı hepimiz ayrıldık kabristan semtinden.

Ey şehri nur! Nedim hocamın dine hizmeti değerine değer kattı ebediyen.

O kavuştu sevdiklerine inan.

Bize de öyle bir yaşam ve akıbet nasip etsin Aziz Mevlam.