Neden sanat, çünkü sanat
“Neden sanatla uğraşıyorsun?” Sorusu, kimileri için “Neden
yaşıyorsun?” sorusu ile aynıdır. Bir ara bir dostum bana neden onu sevdiğimi
sormuştu. Ben de ona “Çünkü sen!” demiştim. Bu soru tıpkı ona benziyor.
Neden sanat?
Çünkü sanat!
Çünkü sanat var oluşa dair bütün sorulara güzel ıslık çalar.
Toplar hepsini başına, ermiş bir ihtiyarın toylukları başına topladığı gibi.
Sormak bir eylemdir, tıpkı düşünmek gibi. Düşünmeye giden yokuşu tırmanırken
kolaylık olsun diye inşa edilmiş nefes kontrol noktaları. Ama ne kolaylık. Her
cevapta bir adım daha ileri. Sonra durup bir gülümsemesi aklın. Bulduğu
cevaplar içi mi? Hayır hayır. Çıkardığı yeni sorular için…
Neden? Niçin? Sorusu hikmet arar.
İnce anlam. İnce gerekçeler. Hassas içerikler. Derinlikler.
Bütün bunlar hep yaşadığımızdan oluyor. Anlamdan yetim
yaşamak istemeyişimizden. Yaşamak emeğine bir anlam yakıştırma çabamızdan. Ki hayatı
için bir anlam aramayan işi-gücü, uğraşısı, sanatı için de bir anlam aramaz.
İşin-gücün bile amacı ve anlamı dahi salt geçim temini olarak açıklanamaz. Ki
sanatın anlam ve amacı olmaya yetsin, eksik kalmasın. Geçim daha ilk derstir. Geçim
derdinin içinde bile kalbin, aklın selameti önceliklidir ve bedenin ayakta,
hayatta oluşu ve sağlığı için en önce gerekenlerdendir. Bir sofradan karın
tokluğu ile beraber kalkan kalbin doygunluğu; sorumluluğunu yerine getirmiş
olmanın ve insan olmuş olmanın verdiği tokluktur. Akıllı bir karın kalbe
tepside bu duyguyu çıkarır. Kendisi aşağıda ayakları üstünde durmayı, omurgayı
doğrultmayı yaşarken, yukarıda kalbe, aklın kendi soyut ayakları üstünde tek
başına durma özgürlüğünü vermek ister. Bir anlamda dikenle gülün iş birliği,
aşk birliği gibidir. Diken kanamasa gül açmaz ki demesi gibi bir yerde…
İnsanın kendi ayakları üstünde durması çok ta zor değildir.
Hele adalet gibi bir gökyüzü altında ise. Hele memleketinin havası adalet, suyu
merhametse! Fakat insanın kendi kalbi üstünde durması zor! Sanatsızsa… Anlam
bulması zor!
İnsan hayatı için nasıl bir anlam arıyorsa sanatında da öyle
bir anlam arar.
Yöntem değişmiştir sadece. Yöntem güzelleşmiştir.
Sanat; emeğin eninde sonunda illa bir güzellik, illa bir
neşe çıkarıyor olmanın sevincidir. Toplumla huzurunu bölüşmenin, diğeri
neşelendirmenin sevinci… Sonra -ne güzel bir “evlat” dünyaya gelmiş işte benim
zihnimden, ellerim, kollarımdan- diye ıslak kirpik arası seyr etmektir başka
türlü doğanı. Durup insanların seyre dalmasıdır bedeni terk etmiş te bahçeye
çıkmış bir ruhu. Sokağı gezmiş, meydanlara seslenmiş bir ruhu. Dalyan gibi bir
kalbi…
Hayatımın anlamı ben için neyse, sanatımın da anlamı da o
olacaktır.
Ne hayatı ne sanatı salt ticari kaygılar, çok kazanmak gibi
amaçlar anlamlandıramaz. Anlamlandırmaya yetmez. Anlam ruhi ihtiyaçlar, kalbin
açlığı, gönül tokluğu-doygunluğu ile ilgili bir konudur. Ne kadar gönülü daha
tok kılabildiğindir.
Sanat işte anlam arama kurtarma. Keşfedilmemişlik uzayının
enkazında kalan hikmetle bir nefes alma! Nefesle bir olup gök olma! Araçların en güzeli, kutlusu… Maazallah
neredeyse amaç! Az kalsın amaç! Gönül tokluğu… Tamam. Çok zaman emekçisini aç
bırakır. Bu onun suçu değildir ki. Hem manaya deli oluşu ile bilinçli saflık
yapmaktadır tamam. Fakat onun bu saflığını kullanmaktadır kimi cüce-yüce
kurumlar. O ne yapsın!
Ona kıymet takdir edenler de var. Fakat pek az. Genellikle
pulsuz olsalar da.
Sanat el açmaz. İstemekten hicap eder. Hak ettiğini alırken
bile amacına aykırı mı düşmüş diye mahzun olur. Hak ettiğinin çok altında
verilir zaten. Sanat aslında en nihayet adalet içindir fakat -nedendir bilinir-
adalet en az sanata uğrar. Uğratılır. Bütün
bunlarda sanat masumdur. Sanatın bir dahli varsa neden o kadar “yükseğe”
erişememiş olduğudur. Hem kendisi mavi
burçlarda, gökteyken hükmünün pek az oluşu…
Halbuki gerçekçi olalım; gönül tokluğu karın tokluğundan
sonra veya yanı sıradır. İkisi birbirini nakzetmez. Çelişmez. Savaşmaz. Yok
etmez. Var eder. Etmelidir.
Fakat işte sanat gönlü doyururken; sanatı kim tok, kim
ayakta tutacaksa bir zahmet o düşünmelidir.