Neden klasiklerimiz yok?
Eskiden
“okunmayan her gazete yenidir” diye bir söz dolanırdı aramızda. Şimdi ben de
bunu “okunmamış her kitap yenidir” diye değiştirsem sanırım çok da haksız
sayılmam. Maalesef aldığımız her kitabı günü gününe okuyamıyoruz. Kitap almanın
hastalık derecesine vardığı benim gibilerin zaten her aldığını hemen okuması da
imkânsız bir şey.
Memlekete
her gittiğimde Ankara’ya bir çanta kitap getiriyor, onları bitirince tekrar
götürüyorum. Geçen ay getirdiğim kitaplarımın arasında “D. Mehmet Doğan üstadın
“Neden Klasiklerimiz Yok?” isimli kitabı da vardı. Bu önemli eseri okuyunca geç
kalmış olsam da hakkında bir yazı yazmayı kendime bir okur vefası olarak vazife
addettim.
Kitabın
adı çoğumuzun kafasında olan bir soruya cevap arıyor. Üstad bu kitabı “kimlik
ve kişilik değiştirici/tağyir edici bu müdahaleleri doğru bir zeminde
değerlendirmek” amacıyla yazdığını
belirtiyor. 80’li yıllarda okuduğum “Batılılaşma İhaneti” beni en çok etkileyen
kitaplar arasında ilk sıralarda yer alır. Bu eser de o kitabın sanki devamı
gibiydi. Bir solukta okuduğum kitabın nihayetinde “Üstad, yine dertlerimize
tercüman olmuş” demekten kendimi alamadım.
Kitabı okurken, Tanzimat’tan beri yaşadığımız
zoraki kültürel değişimin bizi beklenen muasır medeniyete ulaştırmak yerine
sağa sola savrulan bir zihin dünyamızla, belini doğrultamayan eğitim
sistemimizle ve nesiller arasındaki kopukluk ve uçurumlar ile aslında daha da
geriye götürdüğünün serencamına şahitlik ediyoruz. Ve biliyoruz ki dilden
musikiye kadar yaşanılan bu değişim bizi, biz olmaktan çıkardığı gibi gerçek
anlamda bir Batılı da yapamadı. Özgüveninden yoksun, mütereddit, mukallit ve
kendisinden gayrısına özenti duyan nesiller, kendi coğrafyalarında ve kendi öz
kimliklerinde kaybolmuş durumda.
Kitabın ilk ölümü dil meselesine ayrılmış. Eğitim
dilinde geldiğimiz noktaya dikkat çekilerek yakında anadilde eğitimin hayal
olacağına dair uyarılarda bulunulmuş.
İşte bu bölümden en çarpıcı bir cümle şöyle: “Yükseköğretimde
bilhassa İngilizce tedrisat hızla yayılıyor. Öte yandan, anaokullarına kadar
yabancı dilin girdiğini bilmeyen yok. Öyleyse, geleceğe hazır olalım: yakın
gelecekte öğretim dilimiz İngilizce olabilir." Seçmeli olarak ‘yerel
anlaşma dili’ Türkçe okutulabilir! Bu noktaya çok mu uzağız?” Bu cümle
üzerinde düşündüğümüzde maalesef hiç de uzak değiliz diyoruz.
Kitapta “Neden Klasiklerimiz Yok?” sorusuna cevap
aranırken ilk önce neyi klasik saymamız gerektiğine olan şaşılığımız tüm
çıplaklığı ile ortaya serilmiş. Doğan’a
göre “Bizim üzerinde duracağımız klasikler,
kitleleri etkileyen, onların kültürünün oluşmasında rolü olan eserler dışında,
dilimizin ruhunu, gücünü ortaya koyan edebiyat ve fikir eserleri”
olmalıydı. Ancak gelin görün ki geçmişi inkâr etme ve yok sayma hastalığı yüzünden
üzerinde yaşadığımız zengin kültürel hazineyi de inkâr ve yok sayma derecesine
ulaşmış. Bizim yok saydığımız değerlerimizi elin Batılısı çıkarıp üzerinde
çalışmalar yapıyor ve onların değeri hakkında ikrar ve itirafta bulunması da
işin en acı tarafı…
Dede Efendi’nin bile dönemindeki Batılılaşma
temayülünden duyduğu rahatsızlığı “Artık bu oyunun tadı kaçtı” şeklinde dile
getirdiğini de ibretli bir hatıra olarak kitaptan okuyoruz. Bu mevzuda yazılan
sayfalardan eskiye dair her şeyin dışlandığı ve unutturulmak istendiği bu furyadan
musikimizin de nasıl nasiplendiği çok güzel bir şekilde açıklanmış.
Musikimiz üzerinde yapılmak istenen değişim, halkın
bu dayatmaları kabul etmemesi üzerine her ne kadar başarılamasa da eldeki
zengin ve estetik musiki hazinesi uğradığı tahribat neticesinde ucubeye dönmüş
durumda. Yaşanılan süreci “Türkiye’de yapılan iş, laikleştirme adına
soykırıma dönüştürülmüştür.” şeklinde özetleyen yazar; “Artık bu dinî
veya din tesiriyle oluşmuş unsurları kültürümüzden atmaya kalkıştığımız zaman,
aidiyetimize, kimliğimize savaş açmış oluruz. Bayrağımızdaki hilâl neyin nesi?
İstiklal marşı metninde altı çizilen hususlar nelerdir? Şehitlik kavramı dinî
bağlamından tamamen uzaklaştırılabilir mi? Bugün bunları dikkatle ve
soğukkanlılıkla düşünerek kendimizi tanımlamamız gerekiyor…”uyarılarını da
yapmayı ihmal etmemiş.
Medeniyetler, kitaplarla kurulu düsturu ile zaman
zaman ayağa kalkma, atağa geçme gibi tecrübeler de ticari kaygıların,
na-ehillerin, dostlar alışverişte görsüncülerin elinde nasıl akamete uğradığını
da yine kitabın ilerleyen bölümlerinde okumak mümkün. Hazırlanan temel eserlere
ait listeler ve bu kitapların basımında hem öztürkçeci müdahaleler, bu
kitapların öğrencilere tavsiye eden öğretmenlerce bile okunmaması,
denetimsizlik gibi birçok olumsuzlukları okudukça üzülmemek elde değil.
Son
olarak diyebilirim ki “Neden Klasiklerimiz Yok?” kitabı üstadın diğer eserleri
gibi güncelliğini koruyan ve defaatle okunması gereken bir kitaptır. Bir
sonraki yazımızda “İki Yol Açıcı” isimli kitabı inceleyeceğiz.