Necdet Yaşar
Bazı kimselerin sürekli olarak karamsar tablolar çizmesine aldanmayın. O kötümserlerin rağmına biz hakikaten ulu bir milletiz. Bu güzel dünyaya muhteşem bir medeniyet armağan etmişiz. Bugün insanlığın susadığı o iyilik iklimini oluşturanlar bizim iftiharla andığımız şanlı ecdadımızdır. Bu hakikati geç de olsa bugün anlayanlar var. Her sahada büyük adamlar yetiştirdik. İlim ve sanatta dehalarımızla zirveye çıktık. Onlardan biri dünya çapındaki tanbur üstadı Necdet Yaşar’dı. Bu abide sanatkârımız, Allah rahmet eylesin aynı zamanda çok erdemli ve mütevazı bir insandı. Mütebessimdi, yerli ve millîydi, çelebi adamdı.
Arada
bir uğradığı Kubbealtı’nda sohbetlerini dikkatle dinlerdik. Ben de
Unkapanı’ndaki matbaasında ziyaretine giderdim. Vefatından önce Şehir ve Kültür’de hakkında yazı yazmış, dergiyi ev adresine göndermiştim. Telefonla
teşekkür etmişti. Bir ara Köprülü Medresesi’nde kendisiyle bir nehir söyleşi
yapmaya başlamıştım, tamamlamak nasip olmadı. Keşke bitirebilseydik. Deha
çapındaki bu sanatkârımız, 1930’da Nizip’te doğmuştu. 24 Ekim 2017 tarihinde
ebedî âleme göç etti. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilirken cenaze
namazına ve defnine müstesna bir dost halkası gelmiş, onu sevgiyle uğurlamıştı.
Fırat Hoca hayatını, musiki dünyasını, doğduğu Bayburt’tan sonra bulunduğu Giresun’dan İstanbul’a gelişini ve sanatkârlarla tanışmasının ilgi çekici hikâyesini anlatıyor. Sıkı durun hatıratın başlangıç tarihini veriyorum: 6 Haziran 1956. Yani 65 sene öncesi… Fakir-i pür taksirin henüz hayatta olmadığı zamana gidiyoruz. Bu serencam içinde biz sadece Necdet Yaşar’ı değil, Mesut Cemil’i, Münir Nureddin’i, Niyazi Sayın’ı, Nevzat Atlığ’ı, Yorgo Bacanos’u, Rüştü Eriç’i, İhsan Özgen’i, Cinuçen Tanrıkorur’u, Alaeddin Yavaşça’yı ve mûsikimizin başka dev isimlerini de yakından tanımış oluyoruz. Aralarındaki tatlı çekişmeleri, hoş sohbetleri, dostlukları, unutulmaz hatıraları okuyoruz. Ufkumuz ve yüreğimiz genişliyor. Fırat Hoca musikimizin üstatlarındandır ama aynı zamanda usta bir şair, kıymetli bir nâsirdir. Türkçesi olağanüstüdür. Eser, hakikaten bir nehir gibi akıp gidiyor. Araya serpiştirilen nükteler, faş edilen sırlar, duymadığımız kavgalar, sert münakaşalar ve bütünüyle sanat hayatımızın perde arkası, kitabı bir çırpıda ve solukta okumamızı sağlıyor.
Fırat Hoca mühim bir meseleye temas ediyor. Batılılaşma
rüzgârının sert estiği yıllara ve insanımızı özünden, sanatından ayırdığı vakitlere
cesaretle kurcalıyor. Okuyalım: “Memleketimizde insafsız ve gaddarlığa varan
bir tutumla Batı müziği propagandası vardı. Üstelik bu anlayış, 250 yıl ülke
eğitimini esir almasına rağmen, onu da öğretememiş, müzik şevkini aşağı
seviyelere düşürmüştür.” Peki müziğimizin bağımsızlık harbi nasıl
kazanılmıştır? Bu zafer, yukarıda isimleri anılan sanat mücahitleriyle mümkün
olmuştur. Bunu Fırat ağabey mükemmel bir tespitle bize gösteriyor ve diyor ki:
“Necdet Yaşar ve etrafındaki bir avuç serdengeçti, bir çeşit istiklâl
Mücadelesi vererek, kültür tarihimizi canlı tutmuştur. Karahisarî’nin hat
sanatının, Sinan’ın mimarî dehasının, Levnî’nin muhteşem minyatür sanatının,
Bakî, Fuzulî veya Dertli’nin, Karacaoğlan’ın, Yûnus’un edebiyatının ses
dünyasında aksinin olması gerekirdi. Batı müziğini kem küm edenlerin harcı
değildi bu sanatların musikisini yapmak.” Son forması fotoğraflarla bezenmiş eseri
bir akşam okumaya başladım, sabahleyin bitirdim. Bazı sayfalarda güldüm,
bazılarında ise hüzünlendim. Siyasi çekişmelerin, günlük didişmelerin hepimizi yorduğu
bugünlerde, kendinize bir iyilik edin ve bu eseri alıp okuyun. İnanıyorum ki
çok memnun kalacaksınız.