Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.85
Gram Altın
2969.32
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Ekim 2022

​Nebevi öncelik

Sanıyorum; insanlık tarihinin gelmiş-geçmiş en dertli insanı Hz. Muhammed (sav)dir… Sanki tüm dertlerden bir pay O’nun nasibine düşmüştü… Hayırlı bir dertler mecmuası, gam yumağıydı…

Siyer okumaları yaparken zaman zaman düşünürüm; acaba şu dünya imtihanında Hz. Peygamberin en büyük çilesi, en ağır derdi, en çetin sınavı ne idi?

Şib’iEbiTalib muhasarası mı? Taif’te taşlanmak mı? Mekke’de dışlanmak mı? Hicret yolunda çektiği çileler mı? Aynı yıl içinde sevgili eşi Hz. Hatice (ra) ve amcası Ebu Talib’i kaybetmek mi? Uhud’da hezimete maruz kalmak mı? Reci vakası mı? Bi’r-i Maune faciası mı? İfk olayı mı? Biricik oğlu İbrahim’in vefatı mı?

Benzeri soruları çoğaltabiliriz… Bu sayılan her bir olayın Efendimize (sav) nice acılar yaşattığı malum… Kuşkusuz kelimelere sığmayacak çileler… Ancak bu soruları düşündükçe hep şu ayet karşıma çıkıverir:

“(Resulüm) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini mahvedeceksin.”(Şuara, 3)

İşte O’nun iç dünyasındaki ıstırabın boyutu… Müşrikler O’(sav) nundavetini reddettikçe O’nun hüznü büyüyor… İnsanların tepki ve tekzibi O’nu derinden sarsıyordu…

Bu insanlar neden hakikati kabul etmezler ki? Hidayetten niçin yüz çevirirler? Bu din kabul edilmeyecek bir din değil… Acaba benden kaynaklı bir sorun mu var? Davet görevini gereğince yerine getiremedim mi? Bu sorumluluğun hakkını veremedim mi? Hep kendini sorguluyor… Hatta suçluyor… Hem de kendini helak edercesine… Nasıl bir dert ya Rabbi? Allah(cc) müdahale ediyor, teselli veriyor… Kendine bu kadar yüklenme…

“Sana düşen sadece tebliğdir…”(Nahl, 35)

O (sav) bu ulvi amaç için habire çırpınıyordu… Cehalet ve şirk içinde kaybolan her bir kişiden kendini sorumlu tutuyordu… İnkâr üzerine ölen insanları duydukça kendisi de adeta ölüp ölüp diriliyordu… Bir kişi cehennem ateşine mi düştü? O’nun yüreğine de ateş düşüyordu… Bir kişiyi daha kaybettim diye…

Evet, toplumsal sorumlulukları altında ezilen ve üzülen bir peygamber (sav)… Bireysel cennet hesapları için değil… O’nun için bir kişinin hidayetine vesile olmak dünyalara bedel bir kazanımdı… O (sav) hiç kendisi için yaşamadı, hep ötekiler için yaşadı…

Şib-i EbiTalib’de ambargoya maruz kalırken en büyük derdi, “Şimdi kime tebliğde bulunacağım?” kaygısı içinde idi…

Taif’te taşlanırken, canını yakan taşlar değildi, Taiflilere yönelik davetimi tamamlayamadım derdindeydi… Yine de umudunu yitirmedi:

“Bunların soyundan hidayet üzere nesiller gelecek” beklentisi içindeydi…

Fetih günü, iki bin Kureyşlinin kellesini istemedi, kalplerini fethetme derdinde idi.. Mekkelilerin kalbini fethetmeden, fetih eksik demekti…

Huneyn sonrası altı bin esiri İslam’a nasıl ikna edebilirim arayışında idi…

Çünkü O’na gelen öğretide bir insanı diriltmek tüm insanlığı diriltmeye eşdeğer bir yücelikti…

Şimdi aynı ayeti, yani ‘’Şuara 3’’ ayetini kendimize yönelik, bize özel bir okumaya hazır mıyız?

Biz bu ayete doğrudan muhatap olabilecek bir duyarlılığa sahip miyiz? Yoksa sadece Hz. Muhammed (sav)e mi tahsis ediyoruz…

Ayetin bize yönelik etkisi nedir?

Biz ümmet olarak Hz. Peygamberin peygamberlik sıfatı dışında bütün fonksiyonlarına mirasçıyız değil mi?

Elçi’nin elçisi olan bizler, bu toplumdan elimizi nasıl çekebiliriz?

İçinde yaşadığımız toplumun yaklaşık yüzde 75’i namazsız ve Kur’an’sız yaşıyor, buna nasıl duyarsız kalabiliriz? Oluşan bu tablo da bizim hiç mi kusurumuz yok? Hiç bir ihmalimiz söz konusu değil öyle mi?

Cehalete, sisteme, çevreye kurban giden nesiller için vicdanımız sızlıyor mu? Suç bataklıklarından zay olan kuşaklar hangi ihmalin sonucu artık sormamız gerekiyor?

Nebevi bir hassasiyetle, rabbani bir duruşla insanların dertleriyle dertlenmek, doğrularımızı paylaşmak durumundayız…

Hemen… Şimdi… Burada…