Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.22
Gram Altın
2964.50
BIST 100
9648.87
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Nisan 2016

Ne Sünni Ne Şii, Müslümanım

Din olarak İbrahim'in, Musa'nın, İsa'nın da (hepsine selam olsun) dini olan 'İslam'ı, isim olarak "Müslüman"lığı uygun gördü,

Bizlere, "Müslüman olarak yaşayın ve sadece Müslüman olarak ölün" dedi Rabbimiz.

Dinimiz katışıksız, arı-duru bir dindir. İnsanların inancında farklılık olsa da bu, ed-dinin hiçbir şekilde din dışılıkla iç içe olamayacağı anlamına geliyordu.

Allah cc bizleri Hanif Müslümanlar olarak kabul buyurmuş ise bundan daha büyük nimet ve mutluluk, bundan daha güzel bir isim ve sıfat yoktur.

Resul-i Ekrem as sonrası özellikle fetihler sayesinde insanlar büyük kitleler halinde İslam dinini kabul ediyordu. Fethedilen bölgelerde İslamın öğrenilmesi ve yaşanması, yaşatılması için sahabe ve tabiinlerden bilge şahsiyetler görevlendirilir, oranın halkına İslam dinini öğretiyorlardı. Bu şahsiyetler Resul-i Ekrem'den gördüklerini, duyduklarını ya da ondan duyulanları kendi anladıkları vechile insanlara anlatırlardı.

Zamanla kimi konularda farklı anlayışlar ortaya çıktı. Yeni nesil (tabiin) dini semai/işitsel (duyuma dayalı) yollarla öğreniyor, duydukları ayet ve rivayetleri hıfzediyorlardı. Ezberledikleri dini bilgileri tabii olarak yetiştikleri kültüre, coğrafyaya uygun bir anlayışa dönüştürüyorlardı.

Gerçek şu ki her bölgenin şartları farklıydı, anlayışları, kavrayışları, yaklaşımları birbirine benzemezdi. Anlama ve kavramanın bu şartlardan etkilenmemesi mümkün değildi.

Uzattığımın farkındayım, mezhepler, ekoller bu şekilde ortaya çıktı. Yaklaşım farkından dolayı, meseleye kendi kültür ve kavrayışlarına göre yaklaşmak kadar tabii bir durum yoktur. Bütün insanlar kendi coğrafyalarının etkisi altında kalır. Havası, suyu ya da susuzluğu yani iklimi, fiziki yapısı, geçmişi (tarihi), kültürü, sosyal yapısı anlama, kavrama ve yorumlama üzerinde etkilidir.

Her bölgenin uleması sahip olduğu ilmi, bilgiyi saydığımız "şartlara göre" yorumlar, hükmederdi. Dini yaşantıda ciddi yeri olan ictihad müessesesi böyle oluştu. Bir coğrafyada yaşayanların ilmi yaklaşımları (ekol) düşünce sistemi bilahare mezhep haline geldi.

Zamanla coğrafyaları da aşan bu mezhebi yaklaşımlar avam için din yerini aldı. İlim adamları da mezhebi farklılıkları ileri boyuta taşıyarak tekfir, ehli bidat ithamları havada uçuşmuştu. Bu da yetmemiş, mezheplerden kaynaklanan savaşlar yaşandı. Emevi, Fatımiler, Safeviler, Osmanlı, Abbasiler ve diğer dönemlerde yapılan savaşların önemli bir sebebi de bu farklılıktan kaynaklanıyordu.

Geldiğimiz noktada artık mezhepçiliğin Müslümanları birbirinden daha çok uzaklaştırdığını görüyoruz. Şii-Sünni, Şii-Vehhabi, Vehhabi-Sünni ve Mutezili, Selefi yaklaşımın uyuşmazlığı derin yaralara yol açıyor.

İnananların dini konulardaki sorunlarına deva olarak ortaya çıkan mezhepler neredeyse din yerini aldı. Görüyoruz ki etnik farklılık gibi kaşımaya müsait olan mezhepçilik fitnesi de Müslümanlar arasına nifak tohumlarının saçılmasına gerekçe kılınıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İİT toplantısındaki "Mezhepçilik fitnedir. Ne Sünniyim ne Şii, Müslümanım" haykırışı son derece anlamlı ve değerlidir. Elbette insanların mezheplere bağlanmalarında sakınca bulmuyoruz, haddimiz de değil, lakin söz konusu "mezhepçilik" olunca izaha çalıştığım gibi olay mezhebin din yerini alma tehlikesini doğuyor. Son yıllarda şahid olduklarımızın yanı sıra tarih bunun kanlı sahnelerini kayıt altına almıştır ki bizler de bundan ibret almalıyız.

İslam Dünyası darmadağın, tefrikalarla daha bir perişan olması an meselesi. Suriye'de yarım milyona yakın insan bu farklılıktan kaynaklanan dağınıklık yüzünden canından oldu. Mezhebi taasuba dayalı ayrışma kimi Müslümanları ve ülkeleri son elli yılın bu en ağır katliamını desteklemeye vardırdı. Eğer İslam dünyası toparlanmaz ise daha büyük acıların kapımızı çalması mukadder olur. Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmalarında:

"Biz birbirimize düşersek umudu bize bağlamış masumlar bir o kadar sıkıntı yaşarlar" vurgusu yakın tehlikeyi haber veren acı gerçeğimizdir.

Kim nereye çekerse çeksin, Müslümanlar olarak ciddi sorgulama, özeleştiri, tecdid başlatmalıyız. Kur'an'ın mübarek metni korunarak her şeyi yeniden düşünme vaktidir. Bu her şey değişsin demek olmuyor, belki pek çoğu olduğu gibi kalacak. Ama bununla din-i mubin ile ilgili asırlardır yapılagelen spekülasyonlardan kurtulmayı gerçekleştirebiliriz. Zamanın ruhunu yakalayan yaklaşımlarla mübhemlik ve tefrika asgariye inebilir.