Ne Rusçuyuz ne de Amerikancı!
2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve Rusya’nın oluşturduğu iki kutuplu dünya düzeninde bazı ülkeler Rus eksenine, bazı ülkeler de Amerikan eksenine yaklaşmışlardır. Yani NATO’nun lider ülkesi ABD ile Avrasya’nın süper gücü Rusya neredeyse bütün dünya sistemini ihata ederek kendilerine jeopolitik çekim alanları üretmişler, bazı ülkeler NATO düzeninde karar kılmışlar, bazıları da Kuzey Atlantik İttifakına karşı Rusya, Çin gibi ülkelerin uydusu olarak varlıklarını devam ettirme yoluna gitmişlerdir.
Bizde ideolojik cepheleşmelerin kökü Tanzimat’a dayanmakla birlikte NATO-Avrasya ikilisi ekseninde geliştirdiğimiz ilişkiler daha çok soğuk savaş döneminden kalma refleksler üzerine kuruludur. İmparatorlukların yıkılıp yerlerine ulus devletlerin kurulmaya başlandığı dönemde Genç Türkiye Cumhuriyeti batılı güçlere karşı verdiği istiklal mücadelesinden sonra kültürel olarak yüzünü batıya dönmeyi tercih etmiştir.
Cumhuriyet kurulmadan evvel Osmanlı aydınları kendi içlerinde çeşitli ideolojik kulvarlara bölünmüşlerse de hepsinin temel gayesi aslında imparatorluğu yıkılmaktan kurtarmak, en azından elde tutulabilecek topraklara sahip çıkmak ve yeni yeni şekillenen dünya sistemi içinde hayatta kalma mücadelesi vermektir. Ancak bu iklim içerisinde Mahmut Nedim Paşa gibi bazı paşalar Rusya ile yakınlaşmışlar, Mithatpaşa gibi bazı şahsiyetler İngilizlerle çeşitli ilişkiler geliştirmişler, bu ilişkilerin boyutları bazen İstanbul merkezli düşünmenin ne yazık ki önüne geçebilmiştir.
Aslında Cumhuriyet döneminde Türk aydınının ve siyasetçisinin dış dünya ile ilişki kurma biçimi Tanzimat ve Meşrutiyet aydınlarının ya da devlet adamlarının tercihleri ile benzerlikler gösterir. Kurtuluşu dışarıda aramak ve dışarıdaki kimi modellemeleri iç bünyeye adapte etme eğilimi Cumhuriyet döneminde de varlığını devam ettiren bir alışkanlık hatta ağır bir hastalıktır. 1.Dünya Savaşı ve sonrasında azılı emperyalistler karşısında büyük bir varlık mücadelesi veren bizler, ne yazık ki İstiklal Harbinden sonra mücadele ettiğimiz emperyalist güçlerin doğal çekim alanına girmiş bulunduk ve hukuk siteminden yönetim modeline, alfabeden kılık kıyafete kadar pek çok sahada Batı ile özdeşleşme sevdası içerisine girdik.
Mesele bununla bitmedi elbette. 2. Dünya Savaşı yıllarında savaşa dahil olmama kararı alan Türkiye, sonrasında ağırlıklı olarak Kuzey Atlantik ittifakının içerisinde buluverdi kendini. Kültürel olarak Batı limanına demirlediğimiz gemi, bu kez politik ve ekonomik anlamda Marshall yarımları vs. derken ABD eksenine doğru hızla yol almaya başladı. Hemen dibimizde beliren Rus korkusu ise Türkiye’nin dış politik tercihlerini belirmeye başladı. Ta Osmanlı döneminden bu yana emperyalist emelleriyle en azından Anadolu topraklarını defalarca taciz eden Rus gücüne karşı bir denge unsuru olarak 50’lerde kendimizi NATO’nun kucağında buluverdik.
Rusya emperyalist ve yayılmacı politikalarıyla hemen dibimizde beliren bir yakın tehlike olarak sıcak denizlere inme emelini sürekli olarak sıcak tuttu ve sürekli Türkiye’yi sıkıştırdı. Ağırlıklı olarak 50’lerde yakınlaşmaya başladığımız ABD ise aslında amaç ve stratejileri bakımından Rusya’dan hiçbir zaman faklı bir politika izlemedi. Rusya ne kadar yayılmacı ve emperyalist ise ABD de ondan aşağı kalmadı. Rusya’ya karşı Ortadoğu’daki gücünü tahkim etmeye yönelen ABD, en az Rusya kadar emperyalist ve yayılmacı bir tutum içerisinde oldu. 50’lerden sonra bölgedeki gücünü iyice artıran ABD, son 50 yıl içerisinde Irak’ı işgal etti, Türkiye’de askeri darbeler yoluyla iç siyasetimize müdahale etti, hepsinden acısı bölgenin çıbanbaşı İsrail’i her açıdan destekleyerek Ortadoğu’da istikrarsızlığın, kan ve göz yaşının ana sorumlusu olarak tarihe geçti.
Bu süreç içerisinde sosyalist dünya ile yakınlaşmak isteyen ve Türkiye’yi komünist düzene entegre etmek isteyen aydınlarımız ve siyasetçilerimiz, Rus’tan çok Rus’çu oldular. Rus tehlikesine karşı NATO ittifakını yegâne tercih olarak gören tayfa ise ABD’den çok Amerikancı olarak karşımıza çıktılar. İçimizde yeni Mithatpaşa’lar ve Mahmut Nedim Paşa’lar türedi. Aslında Ruslar ne kadar emperyalistse, ABD de bir o kadar emperyalistti. Ancak içimizdeki etki ajanları ideolojik kimi saplantılar yüzünden bir türlü bizden olmayı ve Türkiye’yi merkeze almayı beceremediler.
Şimdilerde Ukrayna-Rusya gerginliğinde de açıkça görüyoruz ki ekranlarda arz-ı endam eden yeni Nedimoflar ve Mithatpaşalar var. Kimisi Rus çıkarlarını Ruslardan daha fazla savunuyor, kimisi de azılı bir NATO bayraktarı olarak açıktan ABD destekçisi olarak beyinlerimizi yıkamaya devam ediyorlar. Türkiye merkezli düşünen ve Türkiye’nin menfaatlerini amasız, fakatsız savunanların ise nedense sesi hiç de gür çıkmıyor. Allah sonumu hayreyleye...