Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Nisan 2023

​Ne olmuş bu memleketin hâli?

Hep ne olacak bu memleketin hâli denilerek şimdi ihmal edilir ve gelecek şımartılır. Bu yazıda şimdi’ye, olana bitene derhal ve hemen şimdi bakalım. Yazıda bahsedeceğim tipleri ekranlar, medya ve sosyal medya kanalıyla illa görüyor ve dolayısıyla hemen her gün bir veya bir kaçına muhatap oluyorsunuz. Onlarla sadece aynı ülkede değil, aynı gezegende olmak ağrınıza gidiyor. Aynı tür içinde anılmak ta…

Yoksa siz de onların yarattığı kaostan beslenen kötü bir ruh musunuz?

Yoksa siz de her işi, gücü bırakıp tartışarak yaşayanlardan mısınız?

Kalemi klavyeyi aniden sizin alnınıza doğrultmam hepimizin bu anlamda kendini sorgulayarak yazıyı okumasını sağlamak amacını güdüyor. Anlayınız…

Yaşamış olmalısınız; ruh özene bezene taşıdığı ilahî coşkuya zarar vermeye kalkışana kem bakıyor. Pozitif enerji diye anılıp durulan yaşama sevinci, ilahi neşe ve huzuru garip bir çekememezlikle karşılayana şaşırıyor. Yalan değil, kaostan beslenen ve huzursuzluk aşılayanların fark etmediği bir huzurda yaşadığımız... Fakat bu sanıldığı gibi adaletsizliği hiçe saymanın ve bencil bir konfora saklanmanın değil, adalet için elinden geleni yapmaya çalışmanın huzuru. En azından küçük planda, kendi hayatlarımızda bunu sağlamayı gözetmenin verdiği dinginlik… Bütün gücünü harcamış olmanın zenginliği... Sonuçta kabul etsek de etmesek de adaleti var edenin, insana teklif edenin ve nihai ve mutlak olarak gerçekleştirecek olanıh Huzuru’ndayız. Hiçbir zaman nasılsa gerçekleşecek olan İlahi adalete yaslanarak burada, hemen şimdi olması gereken adalet çabalarını uzaklara da ertelemeden…

Bu prensiple oluşturulan hayatlar hâliyle popüler seçimlerin uzağında nefes alabiliyor. Mesela kaostan beslenen canavarlaşmış insanların en çok sevdiği ve günlük dozlarını almadan yaşayamadığı tartışma, tartışarak yaşama o popüler seçimlerden biri ve en çok seçilen- sevileni…

Bir kere ülkemizde tartışmayan, hele siyasi konularda tartışmadan yaşayanlar yaşayanlardan sayılmıyor. Hatta mücadele etmeyen, pasif bir savaş kaçağı, korkak olarak kabul edilip dikkate alınmayanlar safına ayrılıyor. İlginç bir nüans da var! Ahlaklı, ilkeli, insanca tartışmak da tartışmadan sayılmıyor. Hem politik olacak hem de koşulsuz ve ahlaksızca yapılacak. O zaman gerçek bir savaşçı olarak anılıyor ve farklı sektörlerde bu özelliğinizden dolayı popüler olabiliyor ve pek tabii ki acayip para da kırıyorsunuz.

Bu hayatlarda tartışmak yaşam biçimi olmuştur, yaşamı ayrıntıları ile tartışmaktan yaşayamayacak hâle gelmişlerdir. Sanırım her ayrıntıda tıpatıp, aynı düşünmek ve davranmak zorunluluğuna inandırılmış kel ve fodul bir kölelik biçimi yaşam biçimi olagelmiş. Bir de her bir taraf tek doğru olanın hiç değişmeme şartıyla salt kendi “düşüncesi” olduğuna inatla inanmış durumda. Ellerinde farklı düşünce ve yaşamların olabileceğine verebilecek ihtimalleri hiç kalmamış. Keskin ve kararlılar. Israrlı ve hınçlı koşulsuz karşıtlık, ayrışma çukurunda debeleniyorlar.

Tartışmaları ilkesiz, ahlaksız ve neredeyse yaşamın kendisi olarak gerçekleşiyor. Ne kadar bilgili, entelektüel addedilen konumda olurlarsa olsunlar bu değişmiyor. İnsan olma konumunu kaybettikleri için olmalı ki; diğer konumlarını, kazanımlarını, sözüm ona saygınlıklarını yerle bir edecek derecede kendilerini kaybetmiş durumdalar.

Tartışırken samimiyetle hakikatin ortaya çıkması için saf bir merak ve ancak bilgili olduğu konuda kararınca ve üslubunca konuşmak, saygıyla susmak filan yok. Aynı anda bağırıyor ve sadece karşılarına aldıklarını değil, kendilerini de duymuyorlar. Ortamda kişisel de değil grup ego şişkinlikleri ve benlik olamamış çakma bizlikler geğirmesi var. Kötü koku var.

Ne bayram, ne sevinç, ne kutsal zamanlar, ne birlik beraberlik hiçbir değer onları bundan vazgeçiremiyor. Halbuki daha doğru olana açık olmak gibi bir samimiyet olmadığı sürece her tartışmadan, aptalca cebelleşmelerden uzak yaşamak da farklı bir oruç/kendini tutma biçimi. Hadi oruç tutmuyorsun, oruca saygın da hiç yok. Kendini tutmak, kendine hakim olmak hiçbir dine inanmasan da insanlığın ortak erdemi değil mi?

Biz, sizin gibi tartışmayanlar, ahlaksızca tartışmayanlar, sanatçı olduğu hâlde bir politika hayvanı gibi, politika robotu gibi her kutuplaşmada öfkeyle ve çirkinleşerek ille kendini hatırlatmayanlar olarak bir savaş kaçağı değiliz. Korkak hiç değiliz. Ağzımız, kalemimiz, klavyemiz sizden iyi laf da yapar. Fakat güzel bir niyet ve yalnızca hakikatin ortaya çıkması amacını güden bir samimiyetin olmadığı ve kalmadığını gördüğümüz hiç bir tartışma için boş yere enerji israfı yapılmamalıya inanırız. Bu inançla ve kaosa kürek çekmemek için susarız. Bu erdemle üslubu bozmayız.

Onun yerine gider, sükunetle yapmamız gereken bir değişim, dönüşüm eylemine koşarız kendimizi. Gerisin geriye insan soyluluğumuzu tüketmek, kurutmak değil, ileriye doğru yeşerme amacımıza binaen.

Neden tartışmayı tartışma konusu yaptım? Bir iskelesindeyim İstanbul’un. Ya da bir marketinde. Veya çarşıda pazarda. Bir kültürel, sanatsal etkinlik ortamında. Hatta güya entelektüel bir ortamda… Bağıra çağıra politika konuşuluyor. Laf geçiriliyor. Göndermeler gırla. Etrafı rahatsız etme endişesi hiç yok. Koskoca yetiş/kin/memişler gürültüsü. İçerik yok.

Hep bir duyurma ve kavgayı körükleme çabası. Hep bir ergenlik hâlleri eşek kadar olmuşlarda.

Din veya ideoloji fark etmez bütün görüşlere karşı mahcubiyet duyuyorum. İnsanların çoğu bir şeye inanmayı ve neyse inandığı onu sapasağlam yaşamayı bırakmış onun yerine birbirinin yaşamayışına sövüyor, laf geçiriyor. Ayrışma ve kavga üstüne kurmuş kendini ve genini... Yazık.

Dosdoğru bir hayat algısı veya sapkın bir ideoloji için bile onu yüklenecek, kanıksayıp yaşatacak dürüstlükte insan yoksulluğu doluyor her yere. Sokağa, caddeye, meydanlara ve bunların sanal muadillerine…