Ne mutlu Müslümanım diyene
Bu haftaki köşemi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Profesör olarak görev yapan Naki Erdemir Hoca’ya ayırdım.
Prof. Dr. Naki Erdemir, yıllardır ülke ve dünya sorunlarıyla
ilgilenen idealist bir bilim insanı. Yeni bir parti kurma çalışmalarını da
birkaç yıldır sürdürüyor. Artık parti kurulma aşamasına gelmiş durumda. Naki Hoca’dan,
kurma çalışmalarında sona geldiği parti çalışmaları ile ilgili bilgi istedik.
Yeni bir partiye neden ihtiyaç duyuldu? Siyasette bir boşluk var mı? Her şeyden
önce yeni ne söyleyecek? Vizyonu ne olacak? Projeleri nedir? gibi soruların
cevaplarını aldık.
***
Naki Hoca’yı kendi ağzından kısaca tanıyalım.
1968 yılında Nevşehir’in Kurugöl Köyünde
doğdu. İlkokulu aynı köyde birinci olarak bitirdikten sonra bir kaç yıl Kur’an
ve tecvit dersi aldı. 1989 yılında Nevşehir İmam Hatip Lisesini birincilikle
tamamlayarak Uludağ Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi Fizik
Öğretmenliğine kayıt yaptırdı. 1994 yılında Üniversiteden mezun oldu. Nevşehir’de Anadolu Radyo Televizyonda (ART)
spiker ve haber müdürü olarak çalıştı. Aynı yıl Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsünde göreve başlayarak 1997 yılında Yüksek lisansını
tamamladı. Yaklaşık bir yıl Milli Eğitim’de İngilizce öğretmenliği yaptı. 1998
yılında tekrar öğretim görevlisi olarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim
Fakültesinde göreve başladı.
2004 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi
Fen Bilimleri Eğitimi Enstitüsünde, fen eğitimi üzerine doktorasını tamamladı.
Kendi imkânlarıyla, 2007 ve 2008 yılları arasında iki kez İngiltere’de bilimsel
araştırma ve dil öğrenme için bulundu. 2007 Yardımcı Doçentliğe atandı ve 2013
yılında Fen Eğitiminde Doçent, 2018 yılında profesör oldu. Fen Bilgisi
Öğretmenliği ABD Başkanlığı yaptı ve daha sonra kendi isteği ile istifa
etti.
Ortaokul yıllarından başlayarak siyasi ve
kültürel faaliyetlerin içerisinde yer aldı, şartlar hep onu öne sürdü. Lise
yıllarında öğrenci başkanlıkları, üniversitede aynı şekilde Hak Yol Vakfında
çalışmalara katıldı, MGV öğrenci temsilcisi olarak yönetimde bulundu. Lise
yıllarında başlayan okuma ve yazma aşkı üniversitede de devam etti;
arkadaşlarıyla Kervan Dergisini çıkardı. Aynı zamanda seminerler, konferanslar,
ihtiyaç sahibi fakir öğrencilere ücretsiz dersler verdi. Üniversitedeki farklı
cemaatten öğrencileri bir çatı altında toplayarak programlar düzenledi.
Düzenlediği programlardan ve İslami dik duruşundan dolayı sorguya çekildi ve
okulu yarım dönem uzattırıldı. Okuma imkânı olmayan öğrencilere maddi yardım ayarlayarak
onların okumasına katkı sağladı, onlara öncü oldu. Fakir, gariban öğrencilerin
yanında durarak hakkı savunduğundan, İslami kimliğinden ve zamanın iktidarını
eleştirdiği için kendi ilçesinde vekil öğretmenlik verilmedi. Üniversitede öğrenci dostu olduğu için 28
Şubat’ta çok sıkıntılar yaşadı, davasından vaz geçmedi, soruşturmalar eksik
olmadı. Yıllarca dış bağlantısı olmayan, ülkenin birliğini beraberliğini
isteyen birçok dernek ve vakıfta gönüllü olarak çalıştı. AGD’nin hanım
komisyonlarını yürüttü. Daha sonra ülkenin ihtiyacından dolayı Anadolu’dan
birçok akademisyen ve İslami hassasiyeti olan kişilerle 2012 yılında Hak ve
Kardeşlik Derneğini kurdu.
Türkiye çapında ve bölgede sayısız sohbetler,
konferanslar verdi, kültürel faaliyetler yürüttü, kimsenin diline, ırkına,
rengine bakmadan İslam milleti anlayışında ümmetin şehid önderlerini
anma/anlama programları düzenledi. Gençlere ve siyasilere etkili iletişim,
jest-mimik ve hatiplik seminerleri verdi. Doğu ve Güneydoğunun köylerine kadar
giderek, hak ve hakikati, kardeşliği, barışı ve nasıl olması gerektiğini
anlatmaya çalıştı. Hakkı şahısların isteğine göre değil, Hakkın isteğine göre
anlattığından başı şikâyetlerden, soruşturmalardan, adli davalardan ve
tehditlerden kurtulmadı. Peygamberlerin yolundan gidenlerin başına bunlar gelir
diyerek yoluna devam etti. Turmeb haber ajansında fikri ve kültürel yazılar
yazdı. Halen bazı dijital dergi ve haber sitelerinde fikri yazılar yazmaktadır.
Üniversitede öğrencilik yıllarından bu güne
kadar İslami, siyasi, sosyal, kültürel ve fikri alanlarda sayısız programlar
düzenledi. Sürekli toplumsal konu ve problemlerin üzerine eğildi, ümmetin
derdini kendine dert edindi. Teklif edilen bazı makam ve mevkileri hak
anlayışıma ters diye kabul etmedi. Halkın aşırı isteği üzerine 2009’ da
belediye başkanlığına aday oldu, Allaha şükür zarfların boş çıkmasıyla 4-5 oyla
seçimi kaybetti. Aday olduğu partinin oylarını sorumlu olduğu üç ilçede
Allah’ın izniyle %2’den %21’e çıkardı.
Ayrıca 2019 yılında Van merkezli 50 yakın STK’
isteği imzalı desteği üzerine Van’ı, doğu bölgesini ayağa kaldırmak, İran’da
üretilen otomobil fabrikasını mühendislik fakültesinin uygulama alanı adı
altında Van’a kazandırmayı amaçladığı, tüm İslam ülkelerinden üniversiteye
öğrenci getirmek için Rektörlüğe aday oldu, fakat bu bizi takmaz diyerek birileri
tarafından rektör olması engellendi. Birçok ulusal ve uluslararası bilimsel
kongrelerde sözlü bildiriler sundu, bilirlerin içeriği ve sunuş şekliyle
dikkatleri üzerine çekti. Bunun yanında yurt içi ve dışı dergilerde eğitim
üzerine pek çok makalesi yayımlandı. Ülkenin ve ümmetin sorunlarına çözüm
önerisi konusunda TV ve Radyo programlarına ve bölgesel toplantılara katıldı.
Siyasi yetkililere fikri derinliği olan medeniyet odaklı çözüm öneri raporları sundu.
Ortaokul yıllarından aşırı ilgi duyduğu
hayatın dili Edebiyat ve Tarih diyerek bu alana yoğunlaştı. 2016 yılında da
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ön lisans programından mezun oldu. İyi
düzeyde İngilizce, Arapça, az da Kürtçe bilmektedir. Halen Hak ve Kardeşlik
Derneği (hareketi) Genel Başkanı ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim
Fakültesinde Profesör olarak görev yapmaktadır.
***
Türkiye’nin temel sorunları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin temel sorunları; tam bir milli
eğitim programının ve yüce milletimize yakışır dış politikanın olmayışı,
vizyonsuzluk, medeniyet çatışması, tam bağımsız ve özgür ülke olamaması, fikri
özgünlük, batı taklitçiliği, psikolojik yenilmişlik, taklitçi eğitim,
üretimsizlik, montaj sanayi, üretim değil vergiye dayalı ekonomi, adaletsizlik,
hukukun üstünlüğü değil üstünlerin hukuku anlayışı, dengesiz kalkınma, her
alanda planlama eksikliği, işi ehline ve liyakat sahibine vermeme, işe göre
adam değil adama göre iş anlayışı, rüşvet, adam kayırma, israf, işsizlik, insan
hakları gibi pek çok sorunu vardır. Bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul
taksim etme anlayışı vardır. İnsanlar siyasi görüşünden, dilinden, dininden
ırkından, renginden vs. dolayı ötekileştiriliyor, bu aylayış çok yanlıştır.
Bunlar lafla olmaz anayasal güvence altına alınması ve icraat olması gerekir.
***
Siyasi bir parti kuruyorsunuz, neden parti kuruyorsunuz? Yeni bir
partiye gerek var mı? Partinizin amacı, vizyonu, misyonu hakkında ilgi verir
misiniz?
Şimdi dünyada, Ortadoğu’da olup bitenlerin
anatomisini medeniyet perspektifinden kısaca ortaya koymaya çalışayım, yeni bir
partiye kurmaya gerek var mı yok mu yüce milletimiz karar versin bence.
Partiler bir ihtiyaçtan, bir zorunluluktan ve mesuliyetten kurulur. Kurulurken
de kadim bir temel medeniyete, fikre dayanır. Yani medeniyete dayanır. Bu
medeniyette ya hakka ya da batıla dayanır. Medeniyete ve fikre dayanmayan
partiler kabak çiçeği gibidirler, çabuk açılır çabuk solarlar. Asırlarca
yaşayabilmesi için çınar ağacı gibi olması gerekir.
Biz bu işi medeniyet temelli yapıyoruz.
Sadece dünyada makam, mevki, şah, şöhret ve egolarımızı tatmin için yapmıyoruz.
Bunun içinde safımız ve yerimiz bellidir. Şuan bu alan boş kalmıştır, böylece
insanlığın saadeti için üzerimizde bir görevdir. Bu görevin iki yönü vardır.
Dünya yönü ahiret yönüdür. Bu nedenle parti kurmamızın iki sebebi vardır: Biri
dünya ile ilgili, diğeri ahiretle ilgilidir. Önce kısaca ahiret yönünü, sonra
dünya yönünü ortaya koyalım.
En önemli birinci sebep ise; Allah’ın bizlere
kendi rızasını kazanmamız için görev yüklemesidir. Allah bizleri yeryüzünde
halife olarak tanımlıyor. Hakkı, hukuku ve adaleti sağlayan şahitler olmak
durumundayız.
Yüce Allah “İçinizden hayra çağıran, iyiliği
emredip kötülüğü sakındıran bir Ümmet olsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir”(Ali imran 104) buyurmaktadır.
Şuan bu minvalde bir siyasi parti olduğunu
düşünmüyorum. Fazla detayına girerek diğer parti mensubu kardeşlerimi incitmek
istemem. Ancak ısrarcı olurlarsa gerekli açıklamayı delilleriyle ortaya koyarım.
Kısaca bu görev farzı kifayedir. Kimse yerine getirmiyorsa farzı ayın olmuştur.
Yalnız bir kaide vardır: Bir farzın yerine gelmesi için yapılması gerekenlerde
farzdır. Bu hükmün kaidesi gereği teşkilatlanmak zorundayız.
“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kavmin;
babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Peygamberine
düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Allah onların kalplerine imanı
yazmış ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından
ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan
razı olmuş onlarda O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın
taraftarlarıdır. Muhakkak ki başarıya ulaşacak olanlar, Allah'ın
taraftarlarıdır”. (Mücadele, 22).
Kadim medeniyetimizin yeniden inşası, ihyası
ve insanlığın kurtuluşu için teşkilatlanmak zorundayız. Bundan dolayı parti
kurulması gerekir. “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden
bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 104).
O zaman bizler ne yapmalıyız? Bu iki temel
esasa (iman ve kardeşlik) dayanan ve onlarla ayakta kalan, Allah’ın metodunun
yeryüzünde ikamesi, hakkın batıla, iyiliğin kötülüğe ve hayrın şerre galip
gelmesi için Allah’ın metoduna uygun olarak O’nun gözetimi altında ve O’nun
elleriyle meydana gelen teşkilatın görevi ise insanlığa saadet ve huzur
getirmek için çalışması gerekir. Bunu bir yolu ve metodu vardır. Bu işte bende
varım diyenler önce kendileri, kendi zatlarında uygulaması gerekir. Hal böyle
olunca bu görev bizlere, kendi değerlerinin özlemini çekenlere, ülke
sevdalılarına düşüyor. Bu görevden kaçmak mümkün değildir. Üzerimize bir
vecibedir.
İkinci sebebi iki açıdan ele alacağız. Türkiye ve dünya ölçeğinde
Birkaç yıldır değişik illerde farklı meslek
gruplarıyla istişareler yapıyorum. Türkiye'nin geldiği sosyal, kültürel, dini,
ailevi, psikolojik, ekonomik, eğitim ve gençliğin içinde bulunduğu duruma
çözümle üretmeliyiz.
Filistin, Doğu Türkistan, Kuzey Irak,
Balkanlar, Yemen, Sudan kısaca mazlum coğrafyalar önce Türkiye’de gönüllü bir
birlikteliği beraberliği, kardeşliği ve barışı bekliyor. Bu birlik, beraberlik,
kardeşlik ve barış önce içerde sağlanmalıdır. İçeride sağlayamazsanız dışa
karşı bir şey yapamazsınız.
Türkiye'nin her tarafına geziyorum. Farklı
insanlarla karşılaşıyorum, görüşüp konuşuyorum, dertlerini dinliyorum. Aziz
milletimizin evlatları şunu söylüyor:
Bizi anlayan biri yok mu? Bizim içimizden bir
ses yok mu? Derdimize derman olacak birileri çıkmayacak mı? Gerçek adaleti, hak
ve hukuku, kardeşliği barışı sağlayacak kimse yok mu? Çaktırmadan da olsa
ırkçılık yapmayacak, insanları ötekileştirmeyecek, 83 milyon Türkiye’yi sözde
değil özde kardeş kabul edecek birileri yok mu? Anadolu insanı, İslam Milletine
ses olacak bir ses yok mu diye feryat ediyor.
Bizi biz yapan değerleri ayağa kaldıracak,
İslam Milletini inşa edecek ve kadim medeniyetimizin dirilişini sağlayacak,
Türkiye’yi 2023 vizyonunun daha ilerisine götürecek, gerçekte lider Türkiye’yi
inşa edecek, ülkeler yarışında öncü olacak, güçlü yüce fikirleri, somut
projeleri olan siyasi bir partiye ve kadroya ihtiyaç vardır.
Yirminci yüz yılın kavramlarıyla, yirmi
birinci yüz yılı anlamaya çalışıyoruz. Anlayacağınız hep sineklerle
uğraşılıyor, bataklık ihmal ediliyor. Ülkemizde adil ve kalkınmaya imkân
tanıyan, milletimizi zenginleştirecek bir ekonomik model tam olarak uygulanmıyor.
Mevcut modeller; zengini zengin, fakiri fakir yapan sürekli halkı
borçlandırmaya dayanmaktadır. Bu iktisadi felsefe kökünden değiştirilmelidir.
Bu ülkede yaşayanlar yasal olarak hep beraber
Türkiye’yiz demediği sürece, laftan öteye geçmeyecektir. Herkesi olduğu gibi
kabul etmek zorundayız. Türkiye Türkiye’de yaşayanlardan büyüktür. Hiç kimse
lafta değil, icraatta dilinden, ırkından, renginden, dininden, bölgesinden
dolayı ötekileştirilmemelidir. Herkes kendini nasıl tanımlıyorsa öyle
tanımlamalıdır. Türkiye vatandaşlığı altında, eşit halk eşit hak anlayışında,
Türkiye gemisinde ümmet rotasında yol alması gerekir.
Çünkü hepimizim ecdadı Çanakkale’de şehit
olmuştur. Allah rahmet eylesin, ruhları şad olsun. Bu ülkenin tapusu için
hepimizin ecdadı bedel ödemiştir. Bu ülkeyi ayağa kaldıracak ruh, Çanakkale
Ruhu ve ecdadımızdan bizlere miras kalan İslam milleti mefkuresidir. Hakka,
hukuka ve adalete dayanan ve Allah’ın razı olduğu çözümü ortaya koymalıyız.
Ayrıca hepimiz aynı gemi içerisindeyiz. Bu gemi batarsa hep beraber batarız.
Parçalanmış, bölünmüş, iç savaşa doğru giden
ve komşularıyla savaş halinde olan bir Türkiye istemiyorsak hep beraber elimizi
taşın altına koymak zorundayız.
Tarihte olduğu gibi Türkü, Kürdü, Lazı,
Çerkezi, Arabı sözde değil, özde beraber olmak zorundadır. Yalnız ne mutlu
Müslümanım mefkûresinde, “eşit halk eşit hak” anlayışında olmalıdır. Çanakkale ruhu olmadan kardeşlik ve barış
olmaz. Yalnız bunlar lafta değil, icraatla olmalıdır. Dünyada bir buçuk milyar
kardeşimizin bizi beklediğini unutmayacağız.
Aile yapımızın durumu ortadadır. Anlatmaya
gerek yok. Bu gün yaklaşık 800 bin aile dağılmış, perişan olmuş. İstanbul
sözleşmesi, …
Eğitimin Durumu: Eğitim tam Milli olmalı,
Türkiye’de yaşayan herkesi kapsamalı, Türkiye Eğitim sistemi olmalıdır.
Birliği, berberliği ve Çanakkale ruhunu öne çıkarmalıdır. Özellikle anlatılan
tarih gerçeği yazmalıdır. Örneğin Çanakkale zaferi anlatılırken Türkü, Kürdü,
Lazı, Çerkez’i kısaca herkesin orada olduğu özellikle yazılı şekilde
vurgulanmalıdır. Gençliğe güçlü bir aidiyet duygusu ancak böyle verilebilir.
Gelecek asırlarda var olmamız için tuz ruhuna değil, Çanakkale ruhuna, kendi
medeniyetimizin dirilişine, İslam milleti anlayışına ihtiyacımız vardır.
Gençliğin durumu
Türkiye Cumhuriyeti Fulbright Eğitim
Komisyonu ve İstanbul Sözleşmesinden kurtulmadığı sürece asla nesli muhafaza
edemez, medeniyette inşa edemez. Gençliğimiz aşırı şekilde bozulmuştur. Amacı,
gayesi olmayan, geleceğinden umutsuz, özgüveni eksik, zamanı yeme içme ve
telefonu arasında geçen bir gençlikle karşı karşıyayız. Bu noktada gençler
değil, bizler suçluyuz.
Gençlerimizi; sosyal medya, ahlaktan yoksun
diziler, filmler ve rezillikler eğitiyor. En sıkıntılısı da esrar, eroin ortaokula
kadar inmiş durumdadır. Önce ahlak ve maneviyat demek zorundayız.
En büyük tahribat dinde ve din algımızda
yapıldı. Bu noktada hepimiz sorumluyuz. Gençler yapılan uygulama ve icraatlara
bakarak “din buysa benden uzak olsun diyorlar”. Bu bizlerin vebalidir. Örnek ve
güzel ahlakımızla, yaşantımızla bu gençlere rol model olmak zorundayız.
Gençliği olmayanın geleceği olmaz, gençlerimizi her alanda en iyi şekilde
yetiştirmeliyiz. Hz. Ali (r.a) dediği gibi; “Gençleri kendi dönemimize göre
değil kendi dönemlerine göre yetiştirmeliyiz”. Gençler değil bizler suçluyuz,
gençlerimiz bizim aynaya yansıyan fotoğrafımızdır.
***
Birçok parti zaten var. Sizin diğerlerinden ne farkımız olacak?
Her şeyden önce anlattıklarımızı kendimiz
yaşayacağız. Biz bir ırkı birleştiren değil, ülkeyi ve ümmeti birleştiren
kavramı söylüyoruz: İslam Milleti, Ne mutlu Müslümanım, eşit halk eşit hak
diyoruz. Geminin kaptan dairesinde Türkünü, Kürdünü, Lazını, Çerkez’ini,
Alevisini, Sünnüsünü görmek istiyoruz. Hepimiz bir milletiz, Türkiye ve ümmetiz
diyoruz. Türkiye gemisinde ümmet rotasında yol alacağız. İslam Birliği, Ortak
para birimi diyoruz, Barış gücü diyoruz, Komşu ülkeler antlaşması diyoruz.
Komşu ülke ve D8 Bakanlığı diyoruz. Tam milli eğitim diyoruz. Neslimize,
“babamdan ileriyim oğlumdan geriyim” anlayışında eğitim vereceğiz. Fabrika
kuran fabrikalar kuracağız. Dışa bağlı değil, her şeyimizi kendimiz üreteceğiz.
Dışardan ithal edilerek teknoloji çağı yaşanmaz, teknolojiyi sıfırdan üretir,
kullanır ve ihraç edersek öyle teknoloji çağını yakalamış oluruz. Makro ve mikro teknolojiyi biran evvel
harekete geçirmeliyiz.
Avrupa ve batı bütünüyle bilgisayar çağına
girdi, ama bilgisayarı kendisi yaptı. Aynı şekilde eğer bizde onu kendimiz
yaparsak, bizim de kullanma hakkımız olur, bilgisayar çağına gireriz.
Başkasının yaptığını satın alıp kullanarak bilgisayar çağına girilmez, çünkü
kullanım talimatı yani beyni onlardadır.
Yoksa çalışıp ziraatçılık yapıp, zirai mahsullerimizi tırlarla tonlarca
gönderip bir bilgisayar ithal ederek bu alım-satımla bilgisayar çağına girmiş
olmayız. Bilgisayar çağına girmek için bilgisayarı kendimiz yapmamız lazım,
teknoloji çağına girmemiz için teknoloji kendimiz yapmamız gerekir. Başkasının
teknolojisini satın alarak veya onu kullanarak teknolojik çağa girilmiş
sayılmaz. Teknolojik çağa girebilmek için teknolojiyi kendin üreteceksin bu
şekilde o çağa girmiş olursunuz.
Başkalarının çağı senin çağın değildir,
onların peşinden sürüklenmek o çağa girmek anlamına gelmez.
Biz bu işi, Allah’ın Rızası için ibadet
anlayışı ve aşkı ile yapıyoruz. İşimiz dış güçlerin isteğini değil istişare
iledir, halkın isteğini dikkate alıyoruz, liyakat ve ehliyeti esas alacağız.
Ölçümüz hakka dayalı adalet, eşitlik, şeffaflık ve dürüstlüktür.
Asla siyasi partilerin alternatifi değiliz ve
olmayacağız, o partiye oy verenlerde bu ülkenin vatandaşlarıdır,
kardeşlerimizdir, onlarında dedeleri Çanakkale’de yatmaktadır, biz haksız ve
zulmeden sistemin alternatifiyiz. Türkiye, Türkiye’de yaşayanların sayısından büyüktür,
yeter ki bunun farkına varalım, kardeşlik mesajımızı ulaştıralım. Sadece seçim
arifesinde değil, 366 gün çalışacağız.
Tam yerli ve milli bir parti olacağız.
Selahaddin’i Eyyubi’nin, Alpaslan Gazinin, Tarık bin Ziyadın, Fatih Sultan Mehmedin, Melayi Cezirinin,
Ahmedi Xanin, Hacı Bektaş velinin, Mevlananın, Abdülhamid Hanın, Said’i
Nursi’nin, Necmettin Erbakan’ın görüşünde ve izindeyiz. Biz farklı olmak
zorundayız. Çünkü bizim bir medeniyetimiz var, bu medeniyetin temsilcileriyiz.
Tüm halkımızı kucaklayacağız.
***
Çözüm önerileriniz, projeleriniz nelerdir? Birkaç örnek verebilir
misiniz?
Hiçbir zaman sineklerle uğraşmayıp bataklığı
kurutmalıyız. İnsanlara her acıktığında balık vermeyeceğiz balık tutmayı
öğreteceğiz. Ülkenin kalkınması için üretim ve adil dağıtımdır. Ürettiğiniz
ürünleri dünya piyasasında satabilmek için rekabet yapmalısınız. Bu rekabet hem
kalitede hem maliyette olacaktır. Bunun içinde kalite ve maliyetin düşük
olabilmesinde en önemli etken enerji ve insan gücüdür. Öncelikle enerji diye
bir meselemiz kalmayacak. Yenilenebilir enerjiyi devreye sokacağız. Bunlar
başlı başına sayfalarca ifade edilecek projelerdir. Burada kısaca bahsediyorum.
Ben fizik eğitimcisiyim bu benim işimdir.
Halkı kucaklayan psikolojik, sosyolojik,
ekonomik ve teknolojik bir programımız vardır. Vatandaşın veya gençlerin ne
için oy vereceğinin gerekçesiyle ortaya koymuş durumdayız. Karma olmayan
alternatif eğitim kurumları olmalı. Öncelikle evlenemeyen gençlere iş aş
sağlamalıyız. Çalışan memurlara aile yardımı artırılmalı, bu yardım eşin maaşı
içinde veya kişisel hesaba aktarılmalıdır. Ev hanımlığı meslek olarak
tanımlamalı, belirli sayıda çocuk yetiştiren anneler maaşa bağlanmalı ve emekli
olmalıdır. Köylere kadar doğal gaz götürülmeli, köylerde üretime ağırlık
verilmeli, köylerde hayvan dışkısından paket enerji atölyesi kurulmalıdır. Her
köye ve beldeye mutlaka güneş enerjisi kurulmalı, her köyde en az bir mühendise
iş verilmelidir. Hiçbir partiye hazineden seçim yardımı yapılmamalıdır.
Bürokratlar sadece bir yerden maaş almalı. Yerinde teşhis yerinde çözüm
olmalıdır. Boşa akıp giden ırmaklarımızın denize ulaşana kadar suyu bitmiş
olacak. Her tarafta baraj ve sulama yapılacak. Katma değeri yüksek olan ürünler
üretilecek. Türkiye’de üretilen ve üretilebilecek olan hiçbir şey birileri para
kazansın diye dışardan ithal edilmeyecek. Gümrükler yükseltilecek, ilk başta
medikal malzemelerinin ve yazılama dayalı teknolojik araç ve gereçler ülkemizde
imalatı yapılmadığı için dışardan alınacak, en kısa zamanda bunları üretmek
zorundayız. Montaj teknoloji sanayisi değil, üreten teknolojili sanayi
kurmalıyız.
Devlet, millet ve çalışan beraberce yatırım
yapmalıdır. Fabrika kuran fabrikalar kurmalıyız. Buralarda bilişim teknolojisi
başta olmak şartıyla araç-gereçlerin
beyinleri dahil üretim yapmalıyız. İşsizlik için, halkın refah düzeyini
yükseltmek için Ar-Ge projelerine hız vermeliyiz.
Yapay zeka, yazılım, bilişim programları,
bilişim cihazları teknolojisi, gsm, haberleşme, internet teknolojisi, siber
güvenlik teknolojisi, bulut sistemler, uzay havacılık teknolojisi, robotik
sistemler teknolojisi, biyoteknoloji, biyogenetik, yenilebilir yeşil temiz
enerji teknolojileri, hidrojen, toryum enerjisi teknolojisi, fabrika otomasyon
teknolojileri, farmakoloji, doğal organik tarım için doğal tarım ilaçları ve
doğal gübre üretimi için gıda teknolojisi,
doğal organik çevre dostu temizlik ürünleri teknolojisi ve tüm
mühendislik dallarının teknolojileri, ARGE merkezleri inşa edilmeli.
***
Bilim ve Teknoloji Bakanlığı ayrı olmalı. Bu işe tam sahip
çıkılması için bu şart.
Mega projeleri, işletmeleri, katma değeri çok
yüksek ürünlerin üretimi için stratejik endüstri tesisleri yapılıp bitirilmeli.
Bu tesislerden ve işletmelerden gelen gelirlerle ne enflasyon ne de ekonomik
kriz yaşanmadan hedeflerimize ulaşmış olacağız.
Tüm bunları gerçekleştirmek için ilk önce
saldırıya uğrayan, zayıflatılan Aile kurumunu güçlendirmeliyiz. Mevcut yasalar
sorunu çözmedi daha da kötüleştirdi. Feminist cinsiyetçi kafalar, aile sorununu
çözemez. Aile kurumu sağlıklı ve güçlü olursa, erdemli, diğergam ve idealist
gençler de yetişir. Bunun için cinsiyetçilik yapmayan, hakkaniyetli, yerli ve
milli bir Aile Güvenlik Kurulu kurulmalıdır. Bu yasa problem yaşayan bireye
ceza vermekten çok, ıslah edici, düzeltici, iyileştirici, onarıcı olmalı.
***
Dirsek temasında olduğunuz partiler var mı? 2023 seçimlerindeki
hedefiniz nedir?
İlkelerimiz doğrultusunda büyüceğeyiz
birleşeceğiz; birleşip büyüceğiz. Daha önce kurulmuş şuan bize iştirak
edebilecek küçük partiler var. O kardeşlerimizin teşkilatları ve elemanları
bizimle beraber hareket edecekler ve onlarla çalışacağız. Belki 2023
seçimlerinde insani, İslami hassasiyeti olan, birlik, beraberlik, dış
bağlantısı olmayan, halkın değerlerine savaş açmayan partileri bir araya
getirip üçüncü bir güçlü ittifak oluşturabiliriz. Hak, hukuk, adalet,
kardeşlik, barış, adil ve dengeli kalkınma için meşru şekilde ne yapılması
gerekiyorsa onu yapacağız. Türkiye’den başka Türkiye, İslam Milletinden başka
millet yoktur.
Bizler memleketin durumunu, İslam âleminin
durumunu tarihi, sosyolojik perspektiften yani medeniyet açısından görüyoruz,
bu açıdan bakmamız lazım olduğunu kabul ediyoruz. Bu açıdan bakmazsak eksik
olur. Çünkü fikir ve ruh temel altyapı; ekonomi ve siyaset üst yapıdır. Yani
biz manevi yapıyı altyapı olarak görüyoruz.
Eğer altyapı dediğimiz manevi yapı, kültürel
yapı, milletin öz yapısı bozuksa, onun ekonomisinin düzgün olması beklenemez.
Bizim medeniyetimiz, adeta aklımızın
alabildiği, hayalimizin ulaşabildiği kadar, uçsuz bucaksız bir sergi gibidir.
Bu medeniyetimizin sergisidir. Bu nedenle bir toplumun, bir ülkenin veya bir
milletin hayatına baktığımızda mutlaka medeniyet perspektifinden görmeliyiz,
sorgulamalıyız ve değerlendirmeliyiz. Yoksa eksik olur, arpa boyu yol alınamaz.
Sadece duygu açısından, sanat açısından, ekonomik açıdan, maddi açısından,
kuvvet açısından bakarsak eksik olur. Bilim adamlarının veya aydınların toplum
hayatının sadece bir tarafı üzerinde durmaları önümüze eksik bir tablo koyar.
Bu nedenle her şeyden önce bir toplumda bir
aydın hareketi olmalıdır. Toplumun aydınları her zaman uyanık olmalı, geçmiş
hakkında, mevcut ve gelecek hakkında ortaya konmuş düşünceleri dikkatle
izlenmeli, toplamalı ve bunları değerlendirmelidir.
Bizim ortaya koymaya çalıştığımız kadim
medeniyetimizdir. Bu medeniyet Dünyaya ve insanlığa bir mesajdır. Bir hakikat,
bir medeniyet, kardeşlik ve barış mesajıdır.
Bizim alın yazımız, misak-ı millî
hudutlarıyla sınırlı değildir. Çünkü bu coğrafya parçası milletimizin,
memleketimizin sadece bir parçasıdır. Bir yanıyla Avrupalıların çizdiği
sınırlardır, ülkemizin bugünkü sınırları bizi ve İslam alemini tehdit
etmektedir, güçten düşürmektedir. Batılılar bizden koparılan toprakları
paramparça etmişlerdir. Bunlara medeniyetimiz kapsamında çözüm koymalıyız.
Bütün insani ve İslami düşünen aydınların,
yazar ve çizerlerin öncelikli bir görevidir. Kendi pazarımızı kurmalıyız, kendi
birliğimizi kurmalıyız ve kendi büyük medeniyetimizin yeniden inşasını
gerçekleştirmeliyiz. Bu milletimize Allah tarafından verilmiş bir görevdir.
Medeniyetimizin yeniden inşası için bizim çok
şuurlu olmamız lazımdır, yoksa beklenmedik şekilde patlak veren bir takım
olaylar, toplumları hiç de istemedikleri yönlere götürebilirler. Bu yüzden biz
geçmişte ecdadımızın yüklendiği görevi; İslam medeniyetinde yeniden dirilme,
toparlanma ve gelişme görevini üstlenmeliyiz.
Şunu söyleyemeyiz ekonomide ilerleyelim,
ondan sonra öbürleri gelir, zaten ekonomide de tek başına ilerlemek mümkün
değildir. İlerleme hep birlikte olur, yani fikirde, bilimde, sanatta,
ekonomide, teknolojide, tarımda, üretimde ilerleme yapmak gerekir. Mana
aleminde ilerleme olmazsa madde aleminde ilerleme elbet bir gün çökmeye
mahkumdur. Bunun için önce ahlak ve maneviyattır.
Biz
geçmişte mana ve maddi alanda ilerlemeyi gerçekleştirmiş bir milletiz, bir
halkız ve bu İslam milletinin önderliğini yapmış ve bunu da 20. yüzyıla kadar
getirmişiz. İyice düştük bir daha ayağa kalkmayacağız anlamına gelmez ve çok
daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmanın fırsatı doğmuştur: Önümüzde iki yol ağzı
vardır. Birisi bizi kurtuluşa, geliştirmeye, Yeniden Büyük Türkiye’yi inşa
etmeye, büyümeye ilerlemeye götürecektir; birisi de tamamen parçalanıp toz
haline gelmeye ve yok olmaya götürecektir. Bu bakımdan bu iki yoldan kurtuluşa
giden en kararlı bu yola girmek zorundayız. Bu yola girmezsek öbürüne gireriz
ve bu yol bizi felakete, yokluğa götürecektir. Tarihin kanunlarında da tabiatın
kanunları gibi yaz vardır kış vardır. Allah lütfeder iyi mevsimlerde her türlü
nimetini saçar biz onu değerlendiremez isek arkasından kış gelir ve kış sizin
değerlendirmediğiniz günlerin hesabını en acı şekilde sorar. Aynı şekilde
tarihinde yazları kışları vardır, fırsatları vardır Allah bir takım nimetleri
tarihin belli anlarında bazı insanlara veya topluluklara bahşetmektedir. Bunu
değerlendirmeyenler tarihin tokadı ile karşı karşıya kalırlar. İşte şimdi böyle
çok kritik bir dönemi yaşamaktayız. Bunu anlamak lazım, anlamadan, bilmeden,
farkına varmadan ne yapacaksınız.
Şunu iyi bilmek gerekir; bu dünya iyilik ile
kötülüğün bir savaşıdır. Bu savaş kıyamete kadar sürecektir. Bu nedenle kötüden
daha güçlü ve donanımlı olmamız lazımdır, teknoloji, ağır sanayi, üretim ve
silah donanımı bu açıdan çok önemlidir.
Çünkü biz insanlar yeryüzünde Allah'ın
halifesi olduğu inancındayız. Mademki bu inançtayız, mademki insanoğlu Allah'ın
yeryüzünde halifesidir. İnsanoğlu Onun düzenini kurma, yani iyiliği emretme,
kötülüğü engelleme görevini üstlenmiş olacaktır. Bunu da yaparken tabi maddi ve
manevi güç gerekir.
***
Evet, en hayati soru şudur: Neden biz böyle bir talihsizliğe maruz
kaldık?
Talihsizlik aynı zamanda bir talihtir. Çünkü
öyle günler vardır ki, o zamanlarda insanlar hazır mirasa konmuşlardır. Bir
nevi mirasyedi durumundadırlar. Bir insan düşünün babasından, dedesinden büyük
bir miras kalmış, onunla hayatını devam ettirir, güzel bir hayat yaşar ve bu
mirası zamanla bitirir. Yeni gelen nesillere her hangi bir şey bırakmaz. Bir
insan da vardır ki kendisine babasından ve dedesinden hiçbir şey kalmamış, ama
bu kişi yıkılmıyor, durmadan çalışıyor, çabalıyor, olan borçları da ödüyor,
kendi hayatını da devam ettiriyor, kendinden sonrakilere de iyi miras
bırakıyor. Bu iki insanı düşünün hangisi
daha muteberdir. Hazır mirasa konmayan daha muteberdir.
Şartların ne denli elverişsiz olursa olsun,
geliştirilebilir ve er-geç olumsuzluklar yerle bir edilebilir. Bunun için her
şeyden önce ruhumuz diri olmalı, olmalıyız, azimle mücadeleye devam etmeliyiz.
Allah çalışana veriyor, vadi haktır. Çalıştık mı verecek inşallah.
Zulmün ömrü uzatan sebeplerden biri de onun
suret-i haktan görülmesidir. Elbet bir gün sona erecektir, zulmün sonu yoktur. Tarih
bunun örnekleriyle doludur. Bu noktada bizlere çok görev düşmektedir. Toplumun
selameti, milletin selameti ve medeniyetin selameti hep birbirine bağlıdır.
Bunlar birbiri için gereklidir. Her birimizin teker teker ve toplu olarak
çalışmamız gerekir. Yoksa toplum yaşayamaz, millet yaşayamaz, medeniyet
yaşayamaz. Elbet bu çalışmaları yapacak olanlar azimli, inançlı, sabırlı,
imanlı olmalıdır.
Siyasi faaliyet, aksiyon, yönetimde görev
almak, bütün bunlar insanoğluna hizmet ve yeniden dirilişe, hak ve kardeşliğe
ön ayak olmak içindir. Sadece birilerine nasihat etmek veya bir nevi iyiyim
demek kilisedeki vaazla yetinmek gibidir.
Biz siyaseti, siyaset için siyaseti kabul
etmiyoruz. Particiliği de kabul etmiyoruz, partiyi kabul ediyoruz. Parti demek
bir siyasi organizasyon demektir. Siyasi tavır alma, her insan için bir hak,
bir görev olarak şarttır. Siyasi faaliyet kişi ve toplum için şarttır, fakat
siyaset için siyaseti, siyasi bir zanaat haline getirmek, bunu bir çıkar
kaynağı yapmak, işte doğru olmayan budur. Bu yolla meşru şekilde teşkilat kurma
yine derdi ve davası olanların vazifesidir. Halk ancak o zaman onun arkasından
gider, ama derdi, davası olan böyle bir örgütlenme yapmazsa halk, haklı olarak
hiçbir zaman harekete geçmez ve bekler.
Toplumumuzun ruhundan büyük bir potansiyel,
gelişim yeteneği vardır. Eğer şuurlarınsa zaman içinde bunlar ortaya
çıkacaktır. İşte o gün gelmiştir o gün yakındır. İnsanlık yeni bir dönemin
eşiği önündedir.
Her siyasi görüşün dayandığı bir tarihi,
sosyoloji ve fikri derinlik ve medeniyet anlayışı vardır, olması da gerekir.
Siyasi görüşler kendini bir yere dayandırmalıdır. Ya doğu medeniyetine, batı
medeniyetine ya da vahdaniyet medeniyetine yani bizim medeniyetimize
dayandırması gerekir. Bizim medeniyetimiz hakkı üstün tutar. Üstünlerin,
güçlülerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünü savunur. Diğer medeniyetler gücü
üstün tutar, bundan dolayı da kendisinin yaşaması için başkasının yok olmasını,
zulmetmeyi meşru görür. Bizim medeniyetimiz ise hakkı üstün tutuğu için iyiliği
emretmeyi, kötülükten sakındırmayı, sevgiyi, şefkati, merhameti, mazluma yardım
etmeyi ve hakkaniyeti esas alır.
Bu bakımdan hak ve kardeşlik davası bir
yönüyle bir inanç davasıdır. Ama öte yandan da bir fikir davasıdır. Bir yanında
da bir eylem ve bir aksiyon davasıdır. İnanç davası herkeste bilinmektedir, bu
davada İslam inancının en saf şekilde yeniden kalplerimize ve ruhlarımıza
yerleşmesi ve bizi en yüksek manevi atmosfere çıkarma davasıdır. Kuşkusuz bu
davadan vazgeçemeyiz. Yani İslam medeniyeti deyince onu sadece maddi açıdan
değil, asıl onun da temeli olan manevi açıdan ele almak elbette öncelik ifade
eder. Hak ve kardeşlik davası öncelikle maneviyatımızın güçlendirilmesini
düşünür. Bu temeldir, ancak yeterli değildir. Çünkü inancın gelişip, büyümesi
için mutlaka düşünce hayatımızın zenginliğine, büyüklüğüne derinliğini ihtiyacı
vardır.
Bu dünyayı emperyalistler kurdu. 1945'te
Roosevelt, Churchill ve Stalin, Rusya'nın Kırım bölgesinde Yalta limanından bir
araya gelip “Yeni Bir Dünya” tasarladılar. Sözde insanlık artık huzura, barışa
ve saadete kavuşacaktı. Arkasından Ortadoğu kan gölüne çevrildi. Buraların
tamamı sömürülerek Müslüman ülkelerin kanı üzerine saltanatlar kuruldu.
Dış mihraklı Ortadoğu sorununu bütün
boyutlarıyla anlaşılabilmesi için emperyalizmin bölgedeki planlarını tüm
yönleriyle bilmek gerekir. Dünyadaki toplam petrol rezervlerinin yaklaşık %10'u
Irak'ta, %10'u Kuveyt'te, %20'si Suudi Arabistan'da ve %10'u İran'da kısaca
dünya petrolünün yarısı Ortadoğu'da bu nedenle buraya rahat yoktur.
Problemi konuşmak meseleyi çözmüyor. Bugünkü
dünyanın küresel kuruluşları olan Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF, NATO
gibi teşkilatlarının hepsi, insanlığın ifsadı için çalışmaktadır. Bunlar yerine hakkı ve adaleti üstün tutan,
ifsada değil ıslaha çalışan kuruluşlar tesis edilmedikçe, dünya huzur ve refaha
kavuşmayacaktır. Dünya hak çerçevesinde batılın egemenliğinden kurtarılıp
yeniden tanzim edilmedikten ve yeni bir dünya olarak gerçekleştirilmedikten
sonra insanlık kurtulamaz. İslam bütün insanları eşit haklara sahip kabul eder.
Hakkı üstün tutar, sömürüyü reddeder, kimsenin kimseye kul ve köle olmasını
kabul etmez.
***
Adil bir düzen inşa etmek görevimizdir.
Adil ekonomik düzende devlet ülkenin ve
bölgelerin makro planını yaptırır. Bunlarla ilgili yatırım projelerini
hazırlatır. Böylece herkes ülkenin her yerinde tarım, sanayi ve hizmet
sektöründe gerek mevcut yatırımların verimliliğini artırmak yönünden, gerekse
yeni yatırımlar yönünden hangi projelerin teşvik edileceğini önceden bilir. Şahıslar
projelerden istediklerini seçerler ve bunları yürütürler. Devlet bu projeleri
her bakımdan destekler. Bunlarda en faydalı ve verimli olanlarının öncelikle
gerçekleşmesi için çeşitli teşviklerle yönlendirir.
Lafla büyük devlet olunmaz, medeniyetle olunur,
medeniyetimizi diriltmekle olur. Devleti güçlendirmek, medeniyetimizi
güçlendirmek, inanç işin temelidir, sadece inancı güçlendirmek ile de olmaz.
Fazilet yönünden güçlenmeli, ama hemen bunun arkasından İslam'ı yaşamak,
toplumca Müslüman olmak ve ardından da İslam milleti ve medeniyetini yeniden
inşa etmek gerekir. Büyük devlet ancak bu şekilde kurulur. Bu kurulmadan da Müslümanlar
için gerçek anlamda hiçbir güvence, huzur ve saadet yoktur. Aslında İslam
milleti ve medeniyeti yok olmuş değildir, sanki kül serpilmiş üstü külle
örtülüdür. Üstüne ölü toprağı atılmış şekilde, toz - toprak altında, İslam
milleti mevcuttur. Ama bölünmüş, parçalanmış, adeta üstüne ölü toprağı
serpilmiş, bu milleti ortaya çıkarmak imkânsız değildir. Suriye, Irak ve Ürdün
benzeri coğrafi terimlerdir. Suriye milleti, Irak milleti ve benzeri yok. Bir
İslam milleti vardır.
Hak yolda olduğumuz için asla karamsarlığa,
kötümserliğe ve ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Davamız ve idealimiz boşa
dönen değirmen taşı değildir. Buğday öğüten değirmen taşı olduğu için bu
çalışmalarımız, hem bu dünyada hem öbür dünyada sonuç verecek ve özlediğimiz
süper devlet ve süper medeniyet doğacaktır, İnşallah.
***
Bu kadar parti varken sizin onlardan ne farkınız olacak?
Ön önemli fark yaklaşım farkı ve güçlü
fikirler somut projeler, laf değil icraat farkı olacak, inşallah. Bir örnek
verecek olursam: Güneydoğu Anadolu meselesini ya da Kürt meselesi diye ifade
edilen meseleyi bildiğimizi sanıyoruz. Herkes meseleyi kendine göre bildiğini
sanıyor, devlet adamlarımız bildiğini sanıyor. Bilim adamlarımız,
politikacılar, parti mensupları bildiğini sanıyor. Aslında hadiseyi bilmiyoruz.
Güneydoğu'yu bilmiyoruz, tanımıyoruz ve bilmekte istemiyoruz. Çünkü bildiğimizi
sandığınızdan bilme inceleme-araştırma ihtiyacını hissetmiyoruz. Her şeyden
önce insan karşısındaki meselenin ne olduğunu incelemeli. Güneydoğu nedir?
Nereden nereye gelmiştir? Nasıl gelmiştir? Bu meseleyi bilmeden Güneydoğu'daki
soruna çare bulamazsınız.
Güneydoğu'da en tarihi şehri Diyarbakır'ı ve
Diyarbakır'da Ulu Camii ele alalım. Sokakta herhangi bir kişiye sorsanız bunu
kim yaptı? Bu nasıl yapıldı? Bunu çoğunlukla bilmez. Eğer yaklaşık bir şey
söylerse, bunu ne okuldan öğrenmiştir, ne devletin bir kurumundan, ne de TRT
den öğrenmiştir, ne de günlük gazetelerden öğrenmiştir. Bunun iki sebep
vardır. Bu konuda bir parça bilgisi
varsa ya şahsi gayretiyle öğrenmiştir. Ya da halkın anlatımlardan veya şifahi
ifadelerinden öğrenmiştir. İçinde yaşadığınız şehirde, ortamda, İstanbul'da bu
böyledir. Eğer bir şeyleri öğrenmişseniz, bunu halkın söylediği, rivayet ettiği
şeylerden veyahut da kendi gayretinizle bir kitaptan, bir yerden araştırıp
öğrenmişseniz demektir. Bunları planlı programlı olarak devlet öğretmemiştir.
Kendi tarihini, kültürünü, medeniyetini bilmeyenler çözüm değil problem üretir,
bu problemi de çözüm zanneder. İşte bu bir farktır.
Hayat sadece yaşamak için yaşamaktan ibaret
değildir. Hayat bir anlamdır. Hayatımıza bir anlam veremiyorsak, hayatımıza bir
yorum getiremiyorsak yaşadığımız hayat hayat değildir. Çünkü denizi görmeyen,
gölü görünce deniz zanneder. Anlamlı bir hayatta, millet hayatı kişilerin
hayatından çok daha yorum, anlam ve tarih yüklenecektir.
Olaylara bakışımızda ölümsüz mesajlar yer
almıyorsa, tarihin getirdiği imkânlar ve kolaylıklar, insani sorumluluğumuz
yoksa karşımıza çıkan sorunları nasıl çözebiliriz?
Güneydoğu deyince aklımıza sadece Kürt
kardeşlerimizin bir yağını geliyorsa, siz bu meseleyi çözemezsiniz. Orada bir
Akkoyunlu hadisesini bilmiyorsanız, Artukluların geçmişte neler yaptığını
bilmiyorsanız. Eğer siz orada Anadolu Selçuklularının ve Büyük Selçukluların
nasıl yerleştiğini bilmiyorsanız. Siz bu meseleyi çözemeyeceksinizdir
Kürt ve Türklerin nasıl beraber oraları yurt
ve devlet yaptıklarından, nasıl beraber çalıştıklarından, nasıl
kaynaştıklarından haberiniz yoksa meseleyi çözmeniz mümkün değildir. Şu son 35 yıldaki göç sebebiyle daha çok Türk
kökenlilerin batıya göçmesi yüzünden oraya siz de hemen burası Kürt diye bir
damga basarsınız, zaten siz bu meseleyi çözemezsiniz. Mesele sırlar ve kör
düğümler yumağı halinde önümüzde durur.
Hak ve Kardeşlik Hareketi mevcut herhangi bir
düşünce veya hareketin reaksiyonu değildir. Doğrudan doğruya bir ilim ve fikir
aksiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Hak ve Kardeşlik Hareketini ortaya çıkaran
sebepleri ve mücadelemizi anlamak için nasıl bir, Türkiye’de, dünyada yaşadığımızı, bugünkü mevcut dünya
düzeni nasıl ortaya çıkıp işlediğini bilmemiz gerekir. Hak ve Kardeşlik
Hareketinde milletimiz kendisini bulmaktadır, aradığını bulmaktadır. Milli
bünyemizin kendisini temsil etmektedir. Hak konusunda hiçbir renk dil, din ırk
ve sınıf farkı gözetilmez. Temel noktamız hak ve adalettir. Devlet millete
zulüm değil, millete hizmet için vardır.