Ne Mutlu İman Edip Amel-i Sâlih İşleyenlere!..
Biz imtihan için bu dünyada bulunuyoruz. Bu imtihanı kazanmamız ise, iki şeye bağlıdır: Bir; Haramlardan yani dinen yasak olan şeylerden titizlikle uzak durmak. İki; bol bol amel-i sâlih işlemek. “Amel”, lügatte; iş, fiil ve davranış, demektir. “Sâlih” de; doğru, uygun ve münasip manasına gelir. Bu durumda “amel-i sâlih”; uygun, münasip ve doğru iş, demektir. Dinde ise, “amel-i sâlih”; Allahü Teâlânın rıza-i bârîsine uygun olan; iyi, doğru ve faydalı olan iş ve davranış, manasına gelir.
İnsanın bedeni veya organlarıyla yaptığı iş ve eylemlere zâhirî yani bedenî ameller denir. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve emr-i maruf yapmak gibi. Zâhirî olmayan ameller ise, bâtınî yani kalbî amellerdir. İnanmak, tasdik etmek, tefekkür etmek, ibret almak, sevmek ve iyi niyetli olmak gibi.
Amel-i sâlih, Allahü Teâlânın lütfu keremi ile; sahibine sevap kazandırır ve âhirette kurtuluşuna vesile olur. Bunun için her mümin, amel-i sâlih işlemeye çok muhtaçtır. “Amel-i sâlih”, Kuran-ı kerimde doksan küsür yerde doğrudan veya dolayı olarak emir ve tavsiye edilmiştir. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Allah, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (Mülk 2)
“İman
edip amel-i sâlih işleyenler, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır).”
(Rad 29)
“İman
edip amel-i sâlih işleyenler... Firdevs cennetleri onlar için bir konaklama
yeridir.” (Kehf 107)
“Hiç
şüphesiz Allah, iman edenleri ve amel-i sâlih işleyenleri, altından ırmaklar
akan cennetlere koyacak.” (Hac 23)
“Artık
iman edip amel-i sâlih işleyenlere gelince; Rableri onları Kendi rahmetine
sokar. İşte apaçık olan büyük mutluluk ve kurtuluş budur.” (Casiye 30)
“Sabredenler ve amel-i sâlih işleyenler başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır.” (Hud 11)
Bunun için Efendimiz aleyhissalatü vesselam; çok hayır yapar ve çok ibadet ederdi. Hazret-i Âişe radıyallahü anha anlatıyor: “Peygamber Efendimiz aleyhisselam, geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Ben kendisine, ey Allah’ın Resûlü, Allahü Teâlâ geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde, niçin bu kadar yoruluyorsun, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ya Âişe, Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhârî)
İslam, sadece inançtan ibaret nazarî ve teorik bir din değildir. O, aynı zamanda hayat dini olup; emir ve yasaklarına titizlikle uyulmasını ister. İslâm’da inanmak ve inanılan şeyi yapmak esas olduğundan, imanla amelin birlikte bulunmasının lüzumuna büyük önem verilmiştir. Bunun için Kuran-ı kerimde; iman ve amel-i sâlih hemen hemen hep beraber zikredilmiştir.
Amel-i sâlih, imanın tabiî bir semeresi ve sonucudur. Eğer bir kalpte iman yerleşmiş ise, bu imanın gerektirdiği hareket ve davranışlar, kendiliğinden tezahür etmeye başlar. Buna göre amel-i sâlih; imanın, vakit kaybetmeden kendini dışa vurması, demektir. Çünkü imanın pasif kalmaya asla tahammülü yoktur. O, hemen hareket ve davranışlarla kendini göstermek ister.
Bütün
bunlardan sonra hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gereken önemli bir nokta
daha vardır ki o da şudur; amel-i sâlih, cennete girmenin karşılığı değil ve
kimse ameliyle cenneti hak edemez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Hiç kimse
ameli ile cennete giremez. (Eshab-ı kiramdan bir zat): Sen de mi ya
Resulullah, deyince: “Evet, Allah’ın rahmeti Beni çepeçevre sarmadıkça, Ben de
öyle, buyurdu.” (Buharî)
Evet amel-i sâlih, cennetin karşılığı değil; ancak cennete girmeye bir vesiledir. Allahü Teâlâ, Kendisine ulaşmamız için vesileler aramamızı emreder. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Ey iman edenler! Allah’ın hukukunu gözetin, onun hukukunu ihlal etmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda mücahede edin ki, korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasınız.” (Maide 35) Bundan dolayı Müslüman; -ne kadar çok olursa olsun- kendi ameline değil, Allahü Teâlâ’nın lütfu keremine güvenmelidir.