Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2962.15
BIST 100
9674.27
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Şubat 2014

NE KONUŞACAĞIZ?

YÖK'ün Disiplin Kurulu Yönetmeliği'nde bazı değişiklikler yapıldı. Oraya yeni bir madde eklendi. Madde aynen şöyle diyor: "Bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında, yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına resmi konularda bilgi veya demeç vermek." Doğrusu, ben bu maddenin neleri kapsadığını, neleri kapsam dışında bıraktığını pek anlayamadım. Her şeyden önce, çok farklı ellerde farklı biçimlerde uygulanabilecek bir muğlaklık taşıyor gibime geliyor.

2000'li yılların başında üniversitede bir kitap yayımlatmak istediğim zaman, o dönemde görevli olduğum üniversitede yönetim şöyle bir uygulama yapıyor idi. Kitap metninizi basılmadan üç nüsha halinde çoğaltmanız ve yönetime dilekçe vererek kitap yayımlatmak için izin almanız gerekiyordu. Bu üç nüsha idarenin uygun göreceği hocalara gidiyor; onlar da yayımlanması uygundur ya da değildir diye cevap veriyorlardı. Ben de iki kitabım için böyle bir izin almıştım. Hatta biri için biraz da uğraşmıştım. Fakat bütün bu prosedürlerle ilgili olarak da anlam veremediğim şu idi: Benim bir akademiysen ve öğretim üyesi olarak varlık sebebim, kitap, makale yazmak, tebliğ sunmak ve konuşmak idi. Ben kitabımı yayımlatmak üzere niçin izin alıyordum? Bu hiç şüphesiz akademik özgürlükler ve özerklikler konusunda ciddi bir zaafiyet oluşturuyordu.

Mesela şu anda 2547 sayılı kanunun 59. maddesi ile öğretim üyelerinin siyasi partilere üye olabilme, merkez teşkilatlarında, danışma ve araştırma kurullarında görev alabilmeleri imkan dahilindedir. Şu anda siyasi partiler içerisinde bu şekilde görev alan birçok akademisyen bulunmaktadır. Bu öğretim üyeleri Türkiye'nin Gündemi ile ilgili açıklama ve analizler yapmaktadırlar; beyanat vermektedirler. Şimdi bunlar disiplin suçu mu işlemektedirler? Öğretim üyeleri, gündelik olaylar ve Türkiye'nin gündemine dair açıklama yapmayacaklarsa, parti içindeki görevlerini mesela nasıl sürdürecekler? Burada bilimsel tartışma ile demecin arası nasıl ayrılacaktır?

Ülkemizin temel sorunlarından birisi, zaten öğretim üyelerinin Türkiye gündemine olan ilgisizlikleridir. Öğretim üyeleri maalesef birer "uzman" olarak konumlandırılmakta; dolayısıyla sadece soyut uzmanlık bilgilerini aktaran bir figür olarak kurgulanmakta, Türkiye'nin muhtelif sorunları karşısında tavır alan, görüş belirten, sorumluluk duygusuyla siyaset, toplum ve kültürün içine katılan entelektüel bir portre olmaktan uzaklaşmaktadırlar. Bu durum, onları gündelik sorunlardan uzak ve sorunlara değmeyen bilgi üretmelerini hızlandırmakta; son kertede üniversite ile toplum birbirine değmeyen iki dualist varlık olarak yaşamaya devam etmektedirler.

Üniversiteler özgür ve özerk tartışma ortamlarının oluşturulduğu, Türkiye'ye dair söz söyleme yetilerinin ve sorunluluklarının ortaya çıkarıldığı, görüş, düşünce, yorum ve analizlerin serbestçe yapılabildiği ortamlar olmak durumundadır. Tartışma ve özerklikten hiç kimse zarar görmez. Eğer Türkiye'nin meseleleri enine boyuna öğretim üyeleri tarafından ele alınıp tartışılmayacaksa, bunların tartışılma yerleri neresidir?

Açıkçası bugün YÖK başkanı ve onun sayın üyelerinden, üniversite öğretim üyelerinin özgürlük ve özerklikleri konusunda daha geniş açılımlar beklemekteyiz. Çünkü onlar da geçmişte bu konularda yaşanan mağduriyetlerden paylarını almışlardır. Özellikle gelecekte, öğretim üyelerinin aleyhine işletilebilecek muğlak bazı düzenlemelerden vazgeçmelerini bekliyoruz. Bırakın öğretim üyeleri daha fazla sorumluluk hissiyle Türkiye'nin kaderine sahip çıksınlar.