Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.75
Gram Altın
2965.22
BIST 100
9663.8
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
22 Temmuz 2020

Ne kadar özgürsünüz?

Böyle bir ikramı üstümde taşımak gönendiriyor. İlkönce sanki sadece bana verilmiş, kimsenin nazarı değmesin gibi bir refleksle, etrafa çekinerek bakıyor içimdeki hamlık. Sonra bakıyorum ki herkese verilmiş. Aynından. Bir daha, bir daha baktığımda “Herkese gerçekten verilmiş mi?” sorusu, “Herkes bu armağanı almış mı, almasını bilmiş mi? sorularına evriliyor.

Daha yaratılırken verili özelliklerimiz içinde en çok "özgür irade" yi düşündüğümde ürperiyorum. Sonradan nasıl da elimizden alındığını düşündüğüm de bir o kadar ürperiyorum!

İrade gibi üst bir armağanın, bir “armağan” olmasında ilk akla gelen şey şu oluyor. Armağan olmama ve kendiliğinden sahip olduğumuz bir şey olma imkân ve ihtimali var mıydı?

Soruyu tavana asıyorum. Düşüyor.

Soruyu göğe asıyorum. Bu defa tutunuyor.

Yani aklım ermiyor. Denemeler dünyasına iniyorken pekâlâ Zatına başkaldırabilecek özellikte varlıkları, mesela insanı yaratmış olması ne etkileyici bir muktedir olma hali! Hangi başka güç ve iktidar böylesi bir serbestlik alanı açmıştır? Dünya tarihinde ve şu an kendi varlıklarını inkar edecek ve daimi düşmanlıkla karşılık vermesine müsaade edecek tarzda ve derecede hangi güç, hangi yönetici muhatabını özgür bırakmıştır? Belki kendi özgüven sürecini yaşayıp bir olgunluğa erişmiş güçler bir parça… Diğer her erkin kuyruğunun ucundaki titremeler kendine olan güvensizliği ibrelemeye devam eder.

En çok ta tanrısızların veya tembel inananların insanın, kötü insanın inisiyatifine müdahil olmasını, yani özgür iradenin kullanım özgürlüğünden alıkonulmasını, kötülerin kısıtlanması ve yok edilmesini istediklerini gördüğümde, “Oh ne ala!” diyorum ve ellerimi önümde kavuşturduktan sonra; “Bakınız efendim şu sorumsuzluğa? Kendi işini Allah’a buyurana? Başka bir arzunuz?” gibi cümleler sarf etmek istiyorum.

Bu bakış açısı, hafızamızda yer etmiş olan o saat üç buçuğu gösterdiğinde kalan mesaisini lavaboda geçirmeyi andıran memur kafa yapısına benziyor. Her şeyi devletten beklemeye…

Özgür irade ve bütün bir hayat, ölümüne bizimdir.

Nerden baksan seksen, doksan yıl. Koca ömür.

Ne büyük bir imkan! Ne harika bir ikram!

İman veya inkar gibi cevap çeşitliliğine müsaade eden, insanın kendini var etme serüvenine karşılık gelecek şekilde sorulmuş koca çengelli bir soru! Altın soru! Hayatın altını üstüne getirecek derecede zor, toplam soru!

Boş ve uzun bir salonda yavaş yavaş adım atarak tekrarlıyor zihnim.

Öz gür i ra de…. Özgür irade!

Büyük yük! Zor hamallık doğrusu. Geri verme ihtimalimiz varsa verelim. Üstümüzden atalım. Taşırken ezileceğiz. Üzüleceğiz taşıyamadığımızda…

Hayır.

Verilen irade geri alınmıyor.

Sadece insan… Başka insanlara veriveriyor iradesini, özgürlüğünü… Hem de ne kadar kolay, ne kadar ardını arkasını sormadan. Bir şekilde kıyabiliyor iradesine. Yani seçebilmesine,

yani karar verebilme yetkisine. Yaşamına…

Bu kıymetli armağana rağmen, insanın nasıl olup da din içi veya din dışında -onun bunun hayat algısıyla- tutuklanışını... onursuz kölemenler haline getirilişine izin vermesini...

Düşündüğümde ... ürperiyorum...

Bir de onca hayat görüşü içinde, sadece vahye, Allah'ın hayat öğretisine, teklifine "öğretilmiş" veya "özgür iradeyi yok eden” bir olgu olarak bakabilenlerin, insan ürünü ne çok ideolojiye,

bırakın belli başlılarını, ezberletilmiş, dayatılmış öğreticiklere sorunsuz aşırı uyumlu, tapınma coşkusu içinde olmaları enteresan ve ilginç geliyor.

İnanç veya inkâr sosyolojisi ve atlası son derece hareketli ve hem derin hem sığ olarak gözlerimizi cezbetmeye devam ediyor.

Mesela ben de üst üste yığılmış, yanlış öğretilmiş dinden özgürleşmeye çalışan, özgür irademi söke söke geri almaya çalışan biri olarak...