Ne Kadar Mazi O Kadar İstikbal
Çok bekleyeni var İstanbul'un. Sur içinde hemen çoğu köşede istikbali alnından öperken yakalanan bir mazisi var. Yüzü hüzün...
Mahalle aralarında aniden yolunuzu kesecekmiş gibi oyun yapan tombul minareli mescidleri gördüğünüzde sizin de içinizden onların o tombul yanaklarından sıkma hissi geliyor mu? Yanına da bir ceviz ağacı...
Hele bir tanesini hiç unutamam. Hangisini mi? Söylemem. Hangisini ansam diğeri küser. Restorenin, yani ömrünü uzatmanın ve onu bu çağda, bu hiç ummadığı hengamede yaşatma çabasının zamanın nöbetçiliğini yapan bu eserler açısından sevinçli mi hüzünlü mü bir şey olduğu konusunda şüphelerim var. Rahatlıkla ve zamanında yatağında güzelce ölmesine izin verilmemiş, kimi yaşıtları çoktan dünyayı terk ettiği için yalnız kalmış halleri gözümden kaçmıyor. Doğrusu uzun ömürlü olmanın da mahzurları var. Bir fani iken kolay kolay çekip gidememenin...
Fakat onlar da çekip giderse biz ne yapacağız?
Kalıcı neyimiz var? Arkamızda bir biz bırakabilecek miyiz?
Bakımsızlığına rağmen kendisine bakakalmıştım. Kurşuni takkesi altında, yılların döküverdiği saçlarının yerini, un-ufak olmaya yüz tutmuş tuğlalar arasında zülüflenen otlar almıştı. Nice yağmurlarla abdest almış kırmızı tuğlalar, pastel bir kızıllıkla, ona, ölüm anındaki son tebessümünü yollayan, pembe yanaklı bir ihtiyar görünümü veriyor." İnşallah cennetlik!..." dedirten bir duruşu vardı. Günün hengamesi arasında, -gözlerimin onu aradığını biliyor- sıcak tebessümlerini süzerek, bir gayretle beni selamlıyordu. Bu aralık bakışlar, kalbime çıkan kestirme sokaktan, büyük bir dostluğa yürüyen ilk adımlardı. Yaklaşan bu dostluğun ayak seslerini alan kalbim, saygın bir karşılama için solda sağda, derken bütün vücudumda dolanıp duruyordu.
Belli ki o toprağa gömülmemekte diretiyor. Çocuklara yakışan aksilik, ona da yakışıyordu. Dünya bir oyun ve oyalanmaysa, her fani gibi onun da bir kez daha çocuklaşmaya hakkı vardı. Ya da ruhunun dik başlılığından bedeninin öldüğü anlaşılamayan, bu nedenle de gömülmesi unutulan, mutlu bir ölü gibiu2026"Toprağa nasıl gidilir?" 'i bütün süreciyle gözler önüne sermek istiyor... O içine girmese de toprak onun üstüne yürüyor; toza dönüşmüş tuğlaların düşmesi, kirişlerin gayretiyle biraz daha erteleniyor. Bir kum yığınına dönüşünceye kadar buradan, bu deniz kıyısından kimse ayıramazdı onu. Elmacık kemikleri üzerinden geçen zamanın derinliğince çıkık. Siyah ziftten örme takkesi, çağın hızına takılıp, yer yer sökülmüş, ayrık otlarının çene çaldığı eski bir saksıya dönüşmüştü. Yabani otlar, kendisi geçmiş bu ihtiyarın tıraşı gelmiş olduğunu gösteriyordu. Taş kaldırımdan taburesine, dağılmak için bir çığlığa bakan tuğlalarını yığmış, oturuyordu. Martıların içini kıyan o bildik çığlıklarına kulaklarını hususen sağır etmiş, ağrıyan sırtını, biraz da kaygısızlığa yaslamış, dediği dedik, sevimli bir dede; bir emektaru2026Eğilmez ruhu şeffaf cesedinin arasında dimdik ayakta! Ayaklarında deniz dalga dalga serili, başında gök; bulutlarıyla nöbetteu2026Eksiğini gediğini onaran kargaların çirkin sesinde bir güzellik. O her zamanki muziplik. Yanı başında şehirden havadis getiren vefalı bir rüzgaru2026 Pişirip taşırdığım bir tas sıcak muhabbetle gideceğim yine bir gün yanına! Boğazın tuzlu neminde üşümüş ayaklarına bir çift örme çoraplau2026 Hal hatır sorup, ellerinden öpmek içinu2026Dizlerinin dibine çömelip, eskilerden anlattırmak içinu2026