Ne ile emrolunduk?
Kuşkusuz Allah (cc) ile bir ahd-ü misakımız var…
Bu bağlamda Rububiyetini kabul ettik… Uluhiyetine inandık… Hâkimiyetine boyun eğdik… Ubudiyetimizi arz ettik…
O hâkim-i mutlaktır…
O emretme makamındadır…
O’nun emrine muhalefet, ihanet, isyan, itiraz edemeyiz…
Biz müminlerden beklenen, gelen emre “işittik ve itaat ettik” demektir…
İlahi teklifin mükellefi, Rabbani buyrukların memuru olan bizler, bu mesuliyetin mevzuat ve mesaisini de bilmek durumundayız…
Özellikle Allah’ın emirleri karşısında durumumuz ve konumumuz nedir? Sadakat ve ciddiyetimiz, samimiyet ve gayretimiz yeterlilik arz ediyor mu? Pozisyonumuz, performansımız, pratiğimiz, projelerimiz, plan ve programlarımız neye tekabül ediyor?
Kısacası emredilenin neresindeyiz?
Bu soruların sağlıklı bir cevabını bulabilmek için öncellikle Allah’ın emirlerinin ana çerçevesine bakmak lazım…
Gelen emri ilahideki öncelikler nelerdir? Temel vurgu nelere yöneliktir?
Konu ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de seçtiğimiz altı ayet-i celile ile çerçeveyi görmeye çalışalım…
Bir... “(De ki:) Ben ancak bu beldenin Rabbine -ki burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten ona aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur’an okumam emredildi…” (Neml, 90-91)
İlk emir kulluk ve teslimiyet… Kur’an’la test edilen bir kulluk… Bir ismi de teslimiyet olan İslam’la emrolunduk… Şimdi bu teslimiyetin neresindeyiz? Gerçekten Allah’a teslim olsaydık kim bizi teslim alabilirdi ki? Bugün yüzyılı aşkın bir süredir bu ümmetin yaşadığı sefalet ve esaret Allah’ın bize emrettiği teslimiyeti ortaya koyamayışımızdan kaynaklanıyor olsa gerek..
Halil olmanın, habib olmanın, halife olmanın, hanif olmanın yolu bu teslimiyetten geçiyor…
İki… “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud, 12)
Efendimizi (sav) yaşlandıran, belini büken, saçını ağartan emir… İstikamet üzere ol… Her gün, her rekât namazda Fatiha ile istikamet tashihine gidiyoruz… Zikzaklardan, tenakuzlardan, tutarsızlıklardan, kaypaklıklardan kurtulmak için sırat-ı müstakime tutunuyoruz… İmanın yaşama yansıması istikamettir… İstikameti olmayanın iddiası boş, iradesi koftur… Kıble kararlığı, çizgi netliği, iç-dış tutarlılığı bu davanın olmazsa olmazıdır...
Üç… “Aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum…” (Şura,15)
Evet, Allah adaleti emreder… Herkese ve her zamana… Hayatın her anında ve alanında… Hem de dil, din, ırk, sınıf, cinsiyet ayrımına gitmeden… Adaleti kin, nefret, öfke, haset, husumet ve asabiyetlere feda etmeden illa adalet… Allah adildir adaletli olanları sever…
Dört… “Sana emrolunanı açıkça söyle…” (Hicr, 94)
Hakikatin şahitlerine düşen en ulvi görev, hakkı haykırmaktır. İslami daveti tüm çağlara yaymaktır… Net bir söylem ve nitelikli bir kimlikle hakkı temsil ve tebliğ edebilmektir… Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmamaktır… Gerçekleri gizleyen, geçiştiren, geveleyen gafillerden uzak durmaktır… Hakikat bize emanet… Mutlaka hedef kitleye ulaşmak zorundayız…
Beş… “(İsmail) Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” (Saffat, 102)
Kurban İsmail, baba İbrahim’e görüş bildiriyor, itaat etmesi gerektiğini hatırlatıyor…
Biricik oğlunu boğazlamak pahasına da olsa emre itaat et…Mesele aslında İsmail’de değil, Allah’ın emrine samimiyet ve sadakat sınavı… İtaat ve inkıyat imtihanı… Kimi kime tercih etmek sorunu…
Altı… “Ailene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et…” (Taha,132)
Namaz, hayatını komple kuşatan ilahi emrin mecmuası… Her an huzurda olmanın, huzuru yakalama ve yaşama fırsatı… Has duruş… Her an emre âmade olmanın ispatı…
Sonuçta biz sefer ile emrolunduk, zafer ile değil… Zafer Allah’tandır… Yeter ki biz Allah’ın “Dur” dediği yerde duralım, “Ol” dediği gibi olalım…