Ne Çok Aldanıyoruz!
Her nefis ölümü tadacaktır (3:185) diyor şeyi yoktan var eden varlığından haberdar etmek isteyen Rabbimiz.
Hanginiz güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de hayatı da yaratan O’dur (67:2) diyerek de uyarıyor bizi.
Peygamber Efendimiz ise lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz buyuruyor.
Çabuk unutuyoruz hep aldanıyoruz ne de çok aldanıyoruz.
İnsan kendini taştan ve demirden yapılmış zannediyor. Hep öyle kalacağını düşünüyor veya kalmayı arzu ediyor. Her an ayrılmaya müsait maddelerden bir araya getirilmiş olarak görmediği için gururun çukurlarında, benliğin derelerinde, şöhretin de ateşin tepelerinde dolaşırken ölümü unutuyor sürekli hayata tutunmak istiyor.
Halbuki;
İnsan öldükten sonra yaklaşık 30 dakika içerisinde vücutta refleks diye bir şey kalmıyor.
Gevşeyen kaslar dolayısıyla ağız ve göz kapakları açık kalıyor.
Boşaltım sistemi tamamen gevşiyor, idrar akıntısı oluşuyor.
Ölümün gerçekleşmesinden 24 saat sonra vücut çürümeye başlıyor.
Solunumun durması bakteriler için işaret oluyor ve çalışmaya başlıyorlar.
İlk çürüyen organlar göz, beyin, mide ve bağırsaklardır. Ceset şişmansa daha çabuk çürüyor lakin tuzlu suda boğulanlar daha geç çürüyor.
En geç çürüyen kısımlar kalp, mesane ve böbrektir.
İlk çürüyen yer olan mide ve bağırsaklarda bakteriler yoğun çalıştıkları için hızla gaz ortaya çıkıyor. Bu gaz, karın bölgesinin şişmesine sebep oluyor. Derinin üstü yanık gibi su toplarken, vücutta biriken sülfür yüzünden renk siyaha dönmeye başlıyor.
Günden güne şişen karın patlıyor ve göğüs çöküyor. Bu olay mezar üstünden duyulabilecek kadar sesli olabiliyor.
Ortalama 4 yıl sonra insan tamamen kemik haline dönüşüyor.
Ve o insan bunları unutup faniliğin neşvesine dalıp hiç ölmeyecekmiş gibi hareket ediyor.
Dünyalıkların her türlüsünün hükmü yok burada.
Yeryüzünde benim diye dolaşırken beni tarif eden denetimsiz arzuların;
Para ve iktidar hırsının açtığı zulüm vadisinin ve benlik tepelerinin;
Kendinde olmayanları elde etmek için bütün yolları meşru görenlerin;
Her an bedeniyle uğraşan ve ondaki nisbi güzelliği korumak için türlü yollara ve maddelere visal edenlerin;
Hayatının geçici güzelliğini masal perisi veya cadısı gibi sürekli aynanın karşısında geçiren ve bu hallerini ölümsüzleştirmek için türlü resim vs. şeylere müracaat edenlerin;
Sofralardaki israfın;
Elindeki cep telefonu ve araba anahtarının;
Üzerindeki kıyafetin markasının;
Yaşadığı lüks semt veya sitenin adresinin;
Mensup olduğu ailenin şöhret ve şanının havasını atanların;
Utanmadan ve sıkılmadan ekranda zekasıyla alay ettiği insanların ahını alanların da hükmü yok orada.
Çalışan, başarılı olan, insanlığa fayda veren ama hayatı ölümden ayırt etmeyenlerin;
Büyüklüğü gönül kırmamada görenlerin;
Yaşamı sadelikte ve paylaşmakta bilenlerin;
Hakikati söylemek uğruna canını verenlerin;
Adaleti her şeyin üzerinde düşünenlerin;
Meşru dairedeki keyfe iktifa edenlerin;
Takva elbisesini giyenlerin;
Haddini aşmamak en anlamlı insanlıktır diyenlerin;
Kendini daima misafir görenlerin;
Şefkati sevgi ve aşkın en anlamlı halleri olarak anlayanların;
Hakiki sevgiliyi razı etmeyi en büyük gaye ve şeref telakki edenlerin;
Dünyayı arkasına alıp ahireti önünde görüp sürekli önüne bakanların;
Ve dahi tek dostun Allah olduğunu her daim hatırlayanların;
Sermayesinin de hakiki erdem ve salih amellerden başka bir şey olmayacağını anlayanların sonu da böyledir bir farkla.
Herkesi yaptıklarıyla baş başa bırakıyorum. Unutmayın, ölüm öyle bırakmıyor hayat gibi.