Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Temmuz 2016

Ne çektik be!

Fotoğraf ne vakit girdi hayatımıza? Ülkemizde yaygınlaşma süreci ve kullanım alanları ne durumdadır? Şimdi konunun bu kısmını yazarsam köşem dolacak. İki dakikada ilgili bilgiyi, kronolojik katılığından kurtarabilir, orta şekerli bir kahve tadında sunabilirim. Bunu yaparsam sizi muhtemel bir araştırmadan alıkoyma kaygısı var. Ne kadar araştırmacı ruha sahip biri olduğuma dair tatmine ulaşma umudu da... Fakat o takdirde konuyla ilgili düşüncelerime yer kalmayacak. En iyisi herkes bu bilgiye kendi imkanlarıyla ulaşmaya çalışsın.

Bir sabah, hepimiz telefonlarımızın içinde saklanmış birer fotoğraf makineciği ile aleme uyandık. Artık varlık bizden çok çekecekti. Her şey, özellikle çiçeğin, ağacın, denizin, vapurun filan yanında biz, kendimiz dikkatimizi çok çekiyorduk. Dikkatimizden de çok çekeceğimiz vardı.

Fotoğraf çekmeyi sevmeyen var mıdır? Varsa bile nadirdir. Şu meşhur an düşkünlüğünü bir parça tatmin etmenin yolunu bulmak insana iyi geldi. An'ı ölümsüzleştirirken an'a can çekiştirmek. Anılarına, yakaladığı ve yakasını bırakmak istemediği, geçmiş olunca tekrar etmek istediği, bunun için kopyaladığı, bastırdığı an'larına; şimdi'yi, geçiyor olanı tutuklamak, tam da geçiyorken; hoş gelmiş ve henüz geçmemişken enselemek kime iyi gelmez ki...Zamanı durdurmak gibi bir şey bu. Mutluyken.

Fakat son zamanlarda an'ı yakalamaya değil, tam aksi kaçırmaya yarıyor hale geldi bu imkan. Doğrusu daha sonra bir anı olarak hatırlamayı, söz konusu an'ı yaşamaya değişir olduk. Bu durumda yaşıyor olmak ölmüş, yaşamış olmak dirilmiş oldu. Şimdi hissedilmeden daha, geçmişe dönüştü. An; deklanşör hırıltısıyla can çekişirken, geçmişe gün doğdu. Gün çekim telaşında. Anama(kanamadan uyarlandı) had safhada. Tıbben çok an kaybı var. Eh artık gelecekte bir dün keyfi muhakkak olacak, üzülmeyelim. Fakat şimdi'de an huzuru tarihe karıştı.

An vurma silahı ve onu anıya/hatıraya benzetme tabancası diyebiliriz bu makinaya. Yaşamımıza şahit olmadan, şehit düşürüyoruz vesselam. Bizzat tanıklık etmektense uzaktan seyretmeyi tercih ediyoruz.

Eskiden evlerin çatıları antenli olurdu. Şimdi insan başları, çatıları selfie çubuklu. Her nereye baksak anteninin dibinde kurgulanmış, birazdan asılacak bir suratın gülmeden önceki son haliyle karşılaşıyoruz. İnsanlar artık ikiye ayrılıyor: Selfie çubuklular, çubuksuzlar. Veya kolu uzunlar, sade kollular, kısalar. Her iki kategoride de insanı artık bir başkası değil, sadece kendisi çekebiliyor. Kimse kimseyi çekemez halde. "Beni kimse çekmez bu halimle!" sloganının arabesk ağlaklığı ile, " En iyi ben çekerim beni" 'nin etkileyici(!) pop cazgırlığı birbirine karışıyor.

Geçenlerde; fotoğraflarından aşık olunan bir dünya şehrinde, en çok resmi çekilen mekanlardan birine doğru bakan bir banka iliştim. Her gelen manzaraya gelişigüzel bir göz atıp, malum silaha yöneliyor, ya özçekim(!) yapıp manzarayı anında aşağı indiriyor, bir yakınına, olmadı yakınındaki birine kendisini "bi' çekivermesi" için rica ediyordu. Çekilir çekilmez ilk iş te; inceleyip güzel çıkılıp çıkılmadığını test etmekti.


Test mi? Şu şekilde oluyor: Kişi fotoğrafın bütününe değil, beğendiği manzaraya da değil, denize, tarihi camiye değil, aya, güneşe, yıldıza, martıya, pispasa, kayığa, köprüye, yelkenliye filan da değil, sadece ve sadece kendisine, yüzüne, fiziğine bakıyor(şişmansa zayıf, kısaysa uzun, güzel değilse güzel, daha erkeksi, daha kadınsı, görülür görülmez "kim bu?" diye sorulabilecek özellikte olmak esastı) hızla göz atıyor ve şayet kendisini tatmin edecek bir "güzellikte" çıkmışsa, hımm iyi, fena değil, güzel olduğuna karar veriyordu. Hem bir de düzenle diye bir yer daha vardı ki, sahneye çıkmazdan evvel girilen makyaj odası gibi bir şeydi. Düzenle; yani olmadığın gibi ol. Güzel yalan söyle gibi bi' şey. Artık sıra bu eşsiz güzelliği başkalarından esirgememeye geliyordu. Bu durumun çok ciddi ve ertelenemez bir aciliyeti vardı.


An; yaşanmadan enselenmişti. İşte bu yüz, o manzaranın içine konularak dondurulmuştu. Ebediyete doğruydu artık...
Unutulamazdı.
....
Bir kaç gün sonrasında bir yakını sorduğunda "Ee neler gördün? Anlat!" dediğinde, fotoğraflara bakmadan, onlardan kopya çekmeden anlatılamayacak kadar...

Kim bunlar? "Halamızın kızıyla, teyze oğlumuz" değil elbette. Ya da "işyerinde bi' arkadaşım, siz tanımazsınız" değil. Sen, ben, hepimiz...