Ne bildim delisi olmak
Ne oldum delisi değil ne olamadım velisi olmak zorundayız. Bu yazı da buna dair. Daha çok bilgisi ile şaşkınlaşmış ve bilgisi tarafından kafeslenmiş insan kuşuyla/zihniyle alakalı…
İnsan keşfettiği şey tarafından kafesleniyor. Bu maddeler aleminden bir şey
olsa da böyle oluyor, mana aleminden olsa da böyle…
Keşfettiği şeyle başkalarına hâkim olma yoluna giden biri, keşfettiğinin
kulu, kölesi olduğunun farkına varamıyor. Bulduğu o şeyin bizzat değerini
abartarak altında kalıyor. Böylece bir insan olarak kendini keşfinden daha
değersiz kılıyor. Onu yücelttikçe kendisi alçalıyor.
Keşfi karşısında her zaman aşağı düşürülmemesi gereken kıymetlerin
bilinciyle duran insan ve toplumlar, hayatlarına giren yeni yaşam aracından
doğru yararlandıkları için ileri atılım yapabiliyor.
İleri atılımı, gelişmişliği hiçbir zaman tek taraflı ele almamayı
unutmamalıyız tabi ki. Varlığın iki ayağı maddi ve manevi açıdan, bütüncül
olarak değerlendirdiğimizde hakikaten gelişmiş diyebileceğimiz insan ve
dolayısıyla toplumların yok denecek kadar az olduğunu takdir ederiz.
Bu kafeslenmeyi ve kendi kendini bulduğu yeni şeyce tutuklamış olmayı daha
bireysel planda ele alacak olursak şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Sözgelimi; kimileri, bir bilimsel disipline yeni ayak-zihin bastığında her
şeyi sadece o açıdan değerlendirmenin uzun tüneline tıkıyor. Tünelinin de
sonunda bir çıkış, bir ışık görünmüyor.
Bu bir sanat olduğunda da aynı tarzda seyrediyor.
Önce o sanatın tek ve en büyük sanat olduğunu sanıyor. Sonra bütün dünyanın
ancak o sanatla var olduğunu, diğer hepsinin çok da önemli olmadığını, hatta
vazgeçilebilir olduğunu belirtirken, bir tek kendisinin tutunduğu alanın vazgeçilmez
olduğunu iddiaya duruyor.
Bu düşünceye; biraz psikoloji ve işte yine bir iki psikanaliz kitabı okuyan
bir gazetecinin kendisinden başka herkese bir psikolog gibi teşhis koyma
hastalığına tanık olduğumda da ulaşmıştım. Maziye travma derler tarzı
yaklaşımı, ona göre bitmeyen nevroz mevsimi, derken serbest çağrışım ve
muhtemel itiraflar silsilesi ile her insanı ille de sorunlu ön kabulü ile
meşhurdu. Sonunda herkese ruhen hasta muamelesi yapıp acele tanı koymaya nasıl
bir teşhisi olduğunu sorduğumda görüşmek için pek bir zaman bulamamaya
başladık.
Sahip olduğu bilgi tarafından, onu gözde büyüttüğü için abluka altına
alınmış ve diğer disiplin veya sanatlarla, gerçeklerle bağ kuramamış, bilgi
entegresini/bütünleşimini sağlıklı yapamamış olmak karşıdan pek iyi görünmüyor.
Bilgiye şaşkınlıkla kapanmamak, onu hazmetmek, diğer yakın- uzak alanlarla ve
gerçek hayatla birleştirmeye çalışmak yani bilgiyle doğru ilgilenmek hepimize
iyi gelecektir. Epistemoloji, bilginin sağlamasının yapılması ve ayrıca
mümkünse epistemolojinin de epistemolojisi gerekecektir.
Bir yazımda bahsettiğim Nazife teyzeyi anmam lazım. Nazife teyze
gençliğinde çektiği dertlerden neşe ile bahsederken etrafını saran gençlerin
"Nasıl oldu da depresyona girmedin?" sorusuna "Ne bileyim
yavrum, bilseydim öyle bir şey olduğunu girerdim." cevabını veren şahıs!
Bu örneği en çok ta, sözgelimi depresyonu bilmenin herkesi depresyona
tıkmak olarak sonuç vermesine olan itirazımdan dolayı verdim.
Bilgisizlikten sonra bilginin de insanı şaşkınlığa ve ne oldum delisi
olmaya ittiği ortada. Hep derim. “Ne oldum delisi değil ne olamadım velisi
olmak” zorundayız.