Nazım Payam
Türkiye’mizin güzel şehirleri, besleyip büyüttükleri âlimlerle, şairlerle, yazarlarla içimde yeşeriyor. Her şehir bir parça şiirdir, yetiştirdiği şairdir, yücelttiği ediptir. Mesela Elazığ, maneviyat büyüklerinin dışında benim için Şeyhülmuharrîn Ahmet Kabaklı idi. Ki merhum Hocamız, şehre asil ismiyle, “El-aziz” diye hitap ederdi. Bugün bu güzide şehrimizi anarken hemencecik Bizim Külliye’nin mimarı ve kalem efendisi Nazım Payam aklıma gelir. Anadolu dergiciliğinin yüz akı Bizim Külliye’den bahsetmiştim. Dergimiz, şükür 1999 yılından beri, yani çeyrek asırdır neşriyatına devam ediyor. Şimdi yazarımızdan, Bir Göç Ne Bırakır Ardında? eserinden söz edelim. Nazım Bey iyi bir şair ve denemecidir. Ateş Islağı ve Yalnızlık Risalesi şiir kitapları. Şehrin Eylül Tarafı, Ses ve Yaz, Sılası Türkçe, Hatırlamak Uzatıyor’daise kucakladığı denemeleri okura sunuyor. Bunları heves, istek ve zevkle okudum. Seçkin diziye şimdi Bir Göç Ne Bırakır Ardında? eklendi. Kitap hoş geldi, safalar getirdi.
Yazarımız, edebiyatımızın sevdalısı, kültürümüzün âşığı, medeniyetimizin takipçisidir. Ama ille de türkülerimizin tutkunudur. Neredeyse türkülerin bam teline dokunmayan denemesi yok gibi. “Bizim sınırları türküler çizer.” diyor bir yerde ve devam ediyor: “Edebî türlerin her birinde kalem oynatmak benim harcım değil. Alışkanlığımın esiri şiirden denemeye geçmem bile yıllar aldı. Eğer Bizim Külliye dergisinden ötürü mecbur kalmasaydım denemeye de kucak açmazdım.” diyor. İyi ki dergi vesilesiyle deneme ufkuna yönelmiş Nazım Payam. Günümüzün en iyi deneme yazarlarından biri olduğunu rahatlıkla söylüyorum. Benim de müdavimi olduğum yazı mektebimizdeki öğrencilere tavsiye ettiğim mümtaz kalem erbabıdır.
Kitap, deneme kuşlarının minik sırtlarına alıp kanatlandırdıkları memleket meselelerini gösteriyor bize. Göç, hasretlik, gözyaşı ve muhacirlik hisleri… Bunu tadan bilir. Eserde günümüze yansımalarını görüyoruz. Sonra keder iskelesine atlıyoruz. Osman Fahri var, Şukufe Nihal’e sevdalı olan içli şair. “İnsan Bir Hikâyedir” diyor Payam. Sonra dostlarının dergiye gönderdikleri kitapları anlatıyor. Bu metinler ne tanıtım, ne de eleştiridir. Denemenin sıcaklığını taşıyor herbiri. Kitapta adı geçenler arasında Yûnus Emre, İsmail Gaspıralı, Yahya Kemal, Memduh Şevket Esendal, Suut Kemal Yetkin, Basri Gocul, Sezai Karakoç, Ahmet Tevfik Ozan, Metin Önal Mengüşoğlu da var. Edebî mektepler, dergiler, temalar da sarıp sarmalıyor sizi.
“Yüce Dağ Başında Yanar Bir Işık” başlığında anlatılan şu minik diyalog beni hislendirdi ve düşündürdü: “Gazeteci, ‘Bugün dünyada tanınan bilinen bir müzisyensiniz. Böyle olmasaydı, Elazığ’dan hiç çıkmasaydınız ne olurdu?’ Erkan Oğur: ‘Elazığ’da yolda yürüyen adam olsaydım yeterdi bana.” Bu şehrin biricik caddesinde askerken ben de çok yürüdüm. Caddenin hikâyesini Esat Kabaklı’dan dinlemeli. Destan şehirlerin yolları, sokakları, caddeleri de bir âlemdir, bilene!
Erkan Oğur’un şu sözü ne kadar insani: “Neşeli müzikler besteleyemiyorum, ne yapsam insan olmanın hüznü çıkıyor ortaya. Biz, sizi eğlendiremeyiz, sadece eyleriz.” Sanatçımız yerden göğe haklı. Acıların yaşandığı dünyada insan nasıl pervasızca kahkahalar atabilir? Hele Gazzeli bebeklerin her gün katledildiği bugünlerde İsmet Özel’in deyişiyle ‘Surat asmak hakkımız!’ değil mi? Hadi kaşlarımızı çatmayalım ama birazcık da efkârlanmayalım mı yahu!
Mihmandarımızın melal anlayışına bakalım: “Şiir hüznü, pek hoşlanmaz kalabalıktan, korodan. Sizi sancınızla yakalamaya çalışır, ilhamıyla yoklar. Eşiğinizde bir başına beklediği hissi uyandırmaktan müthiş zevk alır. Hele serde şairliğiniz de varsa…”Bütün iyi yazarlar gibi edebiyata misyon yükler. Söz etmenin veballi olduğunu bilir ve buna inanır. “Şiir, büyülü bir anlatımdır.” der ve ekler: “Bana göre kimliksiz, iddiasız, pusulasız edebiyatın çaldığı maya itibarsızdır.”
Rehberimiz, gezip gördüğü yerleri anlatırken yol arkadaşlarını ve muhabbetlerini, seyahatin ardından kalan intibalarını da tatlı üslubuyla dile getiriyor. Bu sayfalarda, bahsedilen yerlere varmış gibi oluyorsunuz. Artık sahicilik ve samimiyet devreye girmiştir. Âdeta müellifimizin atının terkisinde, etrafınızı temaşa edip durursunuz.
“İstiklal Marşı” şairimizi, “Ümmetin geleceğine dair kaygı çeken, hüzünlenenaklıselim”lerdenbiri kabul eden Nazım Payam’a kulak verelim: “Mehmed Âkif, edebiyat çalışmalarında öncelediği doğruluğu, sosyalliği ve mücadele azmini iman gerçeğinden aldı. Mümin yetkisine dayanarak ümmete sorumluluğunu hatırlattı. Onları birlikte ve zinde tutacak, isteklendirecek hatırlatmalarda bulundu. Çevirilerini de bu tercih üzerinden yürüttü. Yer ve zamanı aşan derleyici toparlayıcı duygu ve düşünceleriyle öneriler belirledi. Sonuçta, onun vatan aşkı, hürriyet düşkünlüğü, dürüstlüğü ve Kur’an’ı idraki gibi insana ait lüzumlu iyilik ve güzellikleri çoklarına ilham oldu.” (Ötüken Neşriyat)