NATO'yu tartışmak
Bilindiği gibi Türkiye Kore savaşına 4500 kişilik tam teçhizatlı askeri bir savaş birliği yollamıştı ve bu savaşta 720'nin üzerinde askerimiz Rahmet-i Rahmana kavuşmuştu. Türkiye'nin bu tutumu Kore savaşında ABD'nin yanında saf tutmak gibi algılandı ve Türkiye 18 Şubat 1952'de NATO'ya kabul edildi.
Peki, NATO ne zaman kuruldu ve kurulurken siyaseten ne hedeflenmişti? Öncelikle NATO 4 Nisan 1949'da 12 ülke tarafından kuruldu ve bu kuruluşa daha sonraki süreçlerde de 17 ülke daha katılarak bu kuruluş uluslararası dev bir güvenlik kuruluşu haline geldi. Aslında bu kuruluşun dünya kamuoyuna yansıtılan ve hissettirilen asıl amacı, dönemin siyasal koşulları gereğince sözde ''Sovyetler Birliği''ne karşı Avrupa'yı korumak ve sadece Avrupa'yla sınırlı kalmayıp olası bir Sovyet saldırısına karşı güvenlik gerekçesi gereği güya dünya barışını sağlamaktı.
Tabii bu niyetlenilen amaç sadece simüle etmeye dayalı uluslararası bir söylem aldatmacasıydı ve uluslararası bir algı operasyonuydu. Simüle etmek ibaresi Fransızca bir deyiş olup ''Hakikat, gerçek ve doğru olmayan bir şeyi bunun aksi bir şekilde hakikat, gerçek ve doğru bir şekilde algılatmak, kamuoyuna sunmak ve kendi gerçekliğinin dışında bir gerçeklikmiş gibi göstermeye çalışmaktır.''
İşte maalesef NATO'nun içinde liderliğini ABD'nin yaptığı 5 ülke, (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya) kendi ulusal siyasetlerini kamu00fbfle ederek sözde uluslararası bir güvenlik kuruluşu olan NATO'yu kendi siyasetleri gereği simüle ettiler. Bu simülasyonu yaparken bu ülkeler, NATO'ya üye ülkelerin askeriyesine, bürokrasisine ve siyasetine mümkün mertebe kendi anlayışlarına uygun o ülkenin insanlarını yerleştirdiler ve NATO'ya üyelik o ülkeler için adeta bir kader gibi algılatıldı.
Yakın bir tarihte (8 Temmuz 2016) Varşova'da bir NATO zirvesi gerçekleştirildi ve zirveden Rusya'ya karşı siyasi ve ekonomik bir kuşatma kararı çıktı. Bunun hemen ardından (14 Temmuz 2016) Fransa'nın Nice şehrinde bir patlama meydana geldi ve dünya daha bunu konuşmaya yeni başlamışken Türkiye'de (15 Temmuz 2016) bir darbe teşebbüsü oldu.
Lütfen kronolojiye çok dikkat edin. Çünkü bütün bu kronolojiler tesadüf değildir. Bu kronolojide amaçlanan ve gizlenen bir küresel siyaset planı vardır. Bu kronolojinin ışığı altındaki siyaset planına göre, Rusya'ya kuvvetli bir gözdağı verilerek Fransa bahane edilip rayından çıkmış Türkiye hizaya getirilecekti ama bu plan tutmadı ve başaramadılar.
Gerçeği söylemek gerekirse NATO'nun kararlarını alan ve bu kararları yürürlüğe koyan ''NATO KONSEYİ'' ve ''NATO PARLEMENTERLER ASAMBESİ'' adeta yok hükmündedir. Bunu 15 Temmuz'da net bir şekilde gördük. Ağızlarını açıp doğru düzgün hiçbir şey söyleyemediler. Bunun devamını da Norveç'teki son yapılan askeri tatbikatta daha da iyi gördük.
Bugün 15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardındaki finansmanı sağlayan sözde din kardeşimiz Birleşik Arap Emirliğinin olduğunu çok iyi biliyoruz. Ve bu darbe girişiminin mimarlarına NATO'daki sözde müttefikimiz olan Amerika'nın nasıl yardımlar ettiğini de biliyoruz. Yine sözde müttefikimiz olan Almanya'nın da bu darbecilere nasıl siyasi sığınma hakkını verdiğini de gayet iyi biliyoruz.
Şimdi soruyorum: Acaba Türkiye gerçekten NATO'ya üye midir? Bu nasıl bir üyeliktir? Düşünebiliyor musunuz aynı uluslararası güvenlik örgütüne mensup bir üye ülkede bir darbe girişimi oluyor ve aynı uluslararası güvenlik örgütüne mensup bir diğer üye ülke ise bu darbe girişimi esnasında resmen darbeye destek vererek darbecilere yardım ediyor ve diğer bir üye ülke de bu darbecilere siyasi sığınma hakkı veriyor. Olacak şey midir bu?
Artık NATO'yu tartışmanın vakti gelmiştir ve kimse de bu ülkenin aklıyla ve gururuyla alay etmesin. Peki, NATO'nun tarihinde NATO'dan çıkan bir üye ülke olmuş mudur? Evet olmuştur. Fransa'da General De Gaulle döneminde Fransa NATO'dan çıkmıştır ve o dönemlerde ana muhalefette olan Fransız Komünist Parti'si de bu çıkışı desteklemiştir. Böylelikle ABD 14 Mart 1967'de Fransa'daki 27.000 civarındaki askeri ve 37.000 civarındaki teknisyeni ve 20'nin üzerindeki kara, hava ve deniz karargahını terk etmek zorunda kalmıştır.
Tarihsel açıdan bu siyasal karar alma örneği bizim için bir başlangıç olabilir. Şair ve düşünür olan Samuel Taylor Coleridge'nin dile getirdiği gibi ''Ve bugün geçerli olan zaten yarındır'' der. Eğer siyaseten yarına dair dış politikaya ait gerçekliğimizi yeniden tasarlamak istiyorsak, bugün yeni bir reel politik olgusu üzerinden farklı zihinsel arka planlar oluşturmak zorundayız. Çünkü bunu bize içinde yaşadığımız uluslararası siyasal konjonktür resmen ve açıkça zorluyor.