NATO ve BM'nin etkisiz ve yetkisizliği
Günümüzün en önemli meselesi barış, can güvenliği ve istikrarı sürekli kılmak olurken bugün bir yandan globalleşen bir yandan da bir o kadar küçülen dünyamızda barış ve istikrarı sağlamada başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi (AAOK), Akdeniz Diyalogu, Batı Avrupa Birliği (BAB) ve Avrupa Birliği (AB) gibi kuruluşların etkisiz ve yetkisizliği hiçbir dönem olmadığı kadar belirgin olmuştur. Özellikle NATO ve BAB gibi güvenlik örgütleri bu etkisizliğin gerçekleşmesinde çok daha fazla rol oynamaktadır.
Geçmişten beri bölgede; NATO’nun Avrupa -Atlantik bağının muhafazası ile askerî yapısının esnek bir niteliğe kavuşturulması çalışmaları, Avrupalı müttefiklerin savunma alanında daha görünür bir rol üstlenme çabaları ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin (AGSK) ittifak içinde geliştirilmesi konuları, yaşanmakta olan dönüşüm sürecinin ağırlıklı boyutları sürekli olarak ön plana çıkarılsa da Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Macaristan’ın NATO’ya katılmalarını müteakip 1999 NATO Washington Zirvesi’nde Bulgaristan, Romanya, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya, Slovakya, Makedonya ve Arnavutluk’tan oluşan 9 ülkenin katılımı günümüzde de İskandinav ülkelerinin üyelik Eylem Planı soğuk savaş döneminden kalan Doğu Bloku’na karşı travmatik alışkanlıkların ötesine geçememiştir.
1999 Mayıs ayında yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması ile de Avrupa Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (AODGP) çerçevesinde, AB ve BAB arasında daha yakın kurumsal ilişkiler ile Avrupa güvenliğinin yalnızca NATO ve/veya BAB vasıtası ile sağlanamayacağı değerlendirilerek, karşılıklı olarak birbirini takviye eden ve tamamlayan kuruluşlardan oluşacak bir Avrupa Güvenlik Mimarisi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. NATO, BAB, AGİT, AAOK, NATO-Rusya ve günümüzdeki NATO-Ukrayna ilişkileri ile AB o günden itibaren bu mimarinin köşe taşları durumuna düşürülmüştür.
1994 yılında başlatılan Barış İçin Ortaklık (BİO) programı, Washington Zirvesi’nde "Geliştirilmiş ve Daha Operasyonel Ortaklık" adı altında NATO-BİO ülkelerinin ilişkilerinin etkinleştirilmesi yönünde atılan adımlarla yeni bir boyut kazanması ile ABD’nin bugünkü Ukrayna – Rusya savaşında Ukrayna’ya biçtiği rol, Orta Doğu’da ise İsrail hamiliği geçmişte yapılmış uzun vadeli yapılanmalar sayesindedir.
Bugün açık bir şekilde İsrail’de yaşananlar, uluslararası terörizm, yasadışı silâh ticareti ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitle imha silâhlarının yayılması ile mücadele edilmesi konularının da bölge ve dünya barışını sağlamada mevcut kuruluşların yetersizliğine inanılmaktadır.
Bölge barışını hatta dünya barışını tehdit eden terörizmin etnik, ideolojik veya dinî düşüncelerden kaynaklansa bile sonuçları itibarıyla global bir nitelik taşıdığı açıktır.
Bugün uluslararası toplumun, terörizme gereken etkinlikle reaksiyon gösterdiğini söylemek mümkün değildir.
Diğer taraftan Orta Doğu’da yaşanan fiili devlet terörü özellikle Akdeniz Havzası’nın güvenliğini tehdit eden önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmakta, demokratik bir geleceği temelinden sarsmayı amaçlamakta, demokratik, sosyal ve sivil toplumları tehdit etmektedir. Bu nedenle etkisiz ve yetkisiz bir NATO, küresel kuruluşlar vs. barış ve istikrarı tehlikeye düşüren yıkıcı bir güç oluşturmaktadır
Türkiye 185 dünya ülkesi içinde nüfus itibarıyla 16’ncı, toprak büyüklüğü itibarıyla 32’nci ve ekonomik gücü itibarıyla 16’ncı sırada olan bir dünya devletidir. Türkiye jeopolitik ve jeostratejik mevkisi itibarıyla;
- Dünyanın en önemli petrol rezervlerine sahip Orta Doğu ve Hazar Havzası,
- Önemli deniz ulaştırma yollarının kavşağı durumunda bulunan Akdeniz Havzası,
- Tarihte her zaman önemini sürdürmüş olan Karadeniz Havzası ve Türk Boğazları,
- SSCB ve Yugoslavya’nın dağılması sonucu yapısal değişikliklere uğrayan Balkanlar
- Etnik çatışmalar yanında, zengin tabii kaynaklara sahip Kafkasya ve bunun daha ötesinde Orta Asya’nın oluşturduğu coğrafyanın merkezinde etkili bir konumda bulunmaktadır.
Yaşanan köklü ve hızlı gelişmeler, Türkiye’ye hem farklı sorumluluklar yüklemekte hem de yeni fırsat ve ufuklar açabilmektedir.
Soğuk savaş ertesi şartlar içinde dünyanın en duyarlı bölgelerini oluşturan Balkanlar, Karadeniz ve Akdeniz Havzaları; Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu coğrafyasındaki gelişmeler, Türkiye’nin bu bölgelerdeki rollerine ve etkinliklerine yenilik ve hareketlilik getirmiştir. Bu coğrafyadaki oluşumlar, dünyanın ve Avrupa’nın geleceğinde belirleyici rol oynayacaktır. Türkiye, bir yandan bu oluşumların yol açtığı sorumluluklarını bütün gücüyle yerine getirmeye, diğer yandan da yeni imkân ve fırsatlardan yararlanmaya çalışmaktadır.
Böylesine önemli ve geniş bir coğrafyada, Türkiye, etkinliğini ve belirleyici rolünü devam ettirme zorundadır. Balkanlarda, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da barış ve istikrar sağlanmadıkça, Avrupa ve Asya’nın tam anlamıyla birbirine kenetlenmesi mümkün değildir.
Türkiye’nin, Orta Doğu ve Kafkaslardaki ihtilafları söndürme inisiyatiflerine katkısı, bu kenetlenmenin gerçekleşmesine yönelik tarihî bir adım olacaktır.
Lakin Türkiye, kendi içerisinde yaşanan ekonomik, sosyal ve etnik/siyasi sorunları bir an önce çözüme ulaştıracak bir politikayı hayata geçirmelidir. Aksi takdirde etkin ve etken bir ülke olmaktan çıkıp edilgen bir ülke konumuna düşmesi kaçınılmaz olacaktır.