NATO - Körfez Turu - Uluslararası Politik Ekonomi
Türkiye içinde bulunduğu jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik konumu sebebiyle kilit ülke durumundadır. Bu durum Türkiye için bazen dezavantaj bazen de avantaj hâline gelmektedir.
Ekonomi güvenliğini sağlayabilmek için küresel konjonktüre
göre dönemsel olarak farklı yöntemler izlemek sorunda kalmaktadır.
Türkiye, içinde bulunduğu konum sebebiyle farklı ülkeler,
ulus üstü örgütler ve çok uluslu şirketlerle farklı ilişkiler kurmak zorunda
kalmaktadır. Dış politikasını kurgular ve uygularken de bu doğrultuda hareket
etmektedir.
Seçim sonrası oluşturulan kabineye bakıldığında Mehmet
Şimşek’in Ekonominin başına getirilmesi ve MİT eski Başkanı Hakan Fidan’ın dış
politikanın başına getirilmesi yeni bir yola girildiğini gösterdi. Çünkü Mehmet
Şimşek’in uluslararası bilinirliği, tanınırlığı ve dikkate alınması ekonominin
yeniden uluslararası sisteme uyumlu hâle getirileceğini gösteriyordu. Diğer
taraftan Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olması da aynı minvalde atılan bir
adım olarak değerlendirilebilir.
Ekonomiden sorumlu bakan ile Dışişleri Bakanını neden
birlikte değerlendirdiğime gelecek olursak uluslararası politik ekonomi
kavramına değinmek gerekecektir. Uluslararası politik ekonomi denince akla ilk
olarak Susan Strange gelir.
Susan Strange’in öne çıkan teorik yaklaşımı “Yapısal Güçlendirme”dir.
Bu teori, devletlerin ve aktörlerin uluslararası ekonomi içindeki yapısal güç
ilişkilerini vurgular. Strange, devletlerin ekonomik güçleri ve çıkarlarının,
uluslararası ekonomik yapıyı nasıl şekillendirdiği ve dönüştürdüğü üzerinde
durmuştur. Ayrıca, çokuluslu şirketlerin uluslararası ekonomideki rolleri ve
küresel ekonomik sistemin kavramsal çerçevesini de incelemiştir. Uluslararası
politik ekonomi ve küresel ekonomik sistemin karmaşıklıklarını anlamak ve
çıkarlar arasındaki çatışmaları analiz etmek için bu yapısalcı yaklaşımı
benimsemiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez gezisini de bu bağlamda ele
almak daha doğru olacaktır. Nitekim bu ülkelerle kurulan politik ilişkiler
beraberinde ekonomik anlaşmaları da getirmiş ve sadece BAE ile 50,7 milyar
dolarlık anlaşma imzalanmıştır. Bu doğrultuda Türkiye’nin sahip olduğu coğrafi
konum ve yerli ve milli üretimleri olan teknolojik kapasitesi aynı zamanda
uluslararası politik ekonominin konusu hâline gelmiştir.
Yapılan anlaşmalara bakıldığında Türkiye’nin enerjide merkez
ülke olma konusunda yaptığı çalışmalar dâhilinde olduğu da görülmektedir.
Türkiye’nin uluslararası politik ekonomi kapsamında attığı
ve atacağı bir diğer önemli konu ise tahıl koridoru anlaşmasıdır. Rusya’nın
tahıl anlaşmasını sona erdirdiğini açıklaması ve antlaşmaya yeniden dönmek için
ileri sürdüğü şartlar Türkiye’nin bu süreçte yeniden aktif bir politika
izlemesini gerekli kılmıştır. Son NATO toplantısında “Batı” ülkeleriyle yeni
bir sayfa açan Türkiye Ağustos ayında Rusya Devlet Başkanı Putin’i Türkiye’de
ağırlayarak konuyu yüz yüze çözmeye hazırlanıyor.
Türkiye’nin NATO toplantısıyla “Batı” ile yeni bir sayfa
açması sonrasında gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi, yaptırımların
kaldırılması gibi konularla ihracat artışı sağlamaya hazırlanması son derece
önemli bir konu. Bunların yanında Rusya’nın taleplerinin karşılanarak tahıl
koridorunun güncellenerek aktif hâle gelmesi Türkiye’nin daha fazla kazanması
anlamına gelecektir.
Tüm bu perspektiften bakıldığında Türkiye’nin uluslararası
ilişkilerinin ekonomiden bağımsız olmadığı açık ve net bir şekilde görülmektedir.
Nitekim içeride izlenen ekonomi politikası da bu bağlamdan
uzak değildir.
Merkez Bankasının faiz artırım politikası ve maliye
politikası çerçevesinde vergi oranlarını artırması içeride talebin daraltılarak
enflasyonu düşürme çabası olduğu görülmektedir. Benzin fiyatlarındaki artış cari açığın
azalmasına katkı sağlarken kamu gelirlerinin artmasına yardımcı olacaktır.
Bunun yanında Merkez Bankası ihracat finansman desteği sağlayan reeskont
kredilerinin günlük limitini 300 milyon TL’den 1,5 milyar TL’ye çıkardı.
Bu da gösteriyor ki iç talebin daraltılarak ihracatın
artırılması suretiyle enflasyonla mücadele politikası izlenmektedir. Gerek
körfez gerekse NATO-AB ülkeleriyle açılan yeni sayfa ile de uluslararası
doğrudan yatırımı artırma konusunda adımlar atıldığı görülmektedir.
Küresel güçlerin etki kaybettiği ve bölgeselleşmenin arttığı
yeni dünyada Türkiye’nin bölgesinde etkili bir güç olarak yer alma
çalışmalarının olduğu görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin uluslararası
ilişkilerinde attığı adımların ekonomik yansımaları da Türkiye’nin bölgesel
gücünü artıracak önemli etkenler olacağı söylenebilir.